‘Gözyaşı ve alın teri akıtmadan 25. yıla gelinmiyor’
‘Gözyaşı ve alın teri akıtmadan 25. yıla gelinmiyor’
Röportaj: Nazan ORTAÇ
Fotoğraflar: Serkan ŞENTÜRK
Dünya çapında başarılı olan bir Türk moda markasının 25. yılını kutlaması basit bir olay değil! Dice Kayek, bunu başardı. Başarının altında yatan nedenleri, Ayşe Ege şöyle özetliyor: "Kan, gözyaşı ve alın teri akıtmadan olmuyor!" Paris Haute Couture Haftası'nda son derece başarılı bir defileye imza atan markanın yaratıcıları Ece ve Ayşe Ege kardeşlerle, renovasyonu devam eden Grand Pera'daki tarihi Cercle d'Orient'in muhteşem atmosferinde buluştuk...
2016 ilkbahar-yaz couture koleksiyonunuzu, Paris Haute Couture Haftası'nda tanıttınız... Koleksiyonunuzun hikayesi nedir?
Ece Ege: Woven Tales'di koleksiyonun adı; peri masalları... Kırmızı Başlıklı Kız, Kurşun Asker, Peter Pan, Uyuyan Güzel, Pamuk Prenses gibi masalların kahramanları hepsi birbirinden bağımsız sihirli bir ormanda dolaşıyorlar. Biraz büyülü, biraz zamansız, biraz sezonsuz bir şey olmasını arzu ettik. Kıyafetlerde kalın kumaşlar kullanıldı. Çünkü bu bir rüya ve rüyada sezon yoktur. Masallarda da sezon yoktur.
Ayşe Ege: Ama genelde ormanda geçiyorlar...
E. Ege: Evet, bütün masallar ormanda geçer genelde. Onun için Musee des Art Decoratif'in 'Nef' salonunda gerçekleşen defilenin senografisini de buna uygun olarak yaptık. Orman şeklinde, binlerce böğürtlen dikeni koskoca bir duvar meydana getiriyordu.
Nereden aklınıza geldi masallar?
E. Ege: Bilmem (gülüyor)... Bundan bir sezon önce, kış koleksiyonunda tam tersini yapmıştım. Kış koleksiyonu göz kamaştırıcı idi. Eskiden insanlar gece dışarı çıktıkları zaman 'giyinirdi'... Herkes giyimine dikkat ederdi, akşam dışarı çıkarken, saçını yaptırmak, kendine özen göstermek önemliydi. Birçok insan özel bir okazyon için kıyafet diktirirdi. Maalesef bugün artık kimse giyimine eskisi gibi özen göstermiyor. Herkesin hazır giyime yönelmesiyle birlikte "ısmarlama giyim" de yok oldu. Ben bunu kaybedilmiş bir değer olarak görüyorum. Couture kış koleksiyonu aslında biraz da unutulmaya yüz tutmuş ısmarlama giyime bir ithaftı. Bu seferki koleksiyon çok daha sade; daha içe dönük, daha sakin, ışığı içine çeken kumaşlar kullanıldı. Dice Kayek markasının DNA'sı işleme tabii ki yine vardı ama işlemeler daha az göz alıcı, daha az şatafatlıydı. Masallarda hep olan karga figürünü temsilen tüy işlemeler kullanıldı...
‘Gözyaşı ve alın teri akıtmadan 25. yıla gelinmiyor’
Tarzınızda hep neşeli ve heyecanlı bir kız çocuğu görür gibi olurum. Bu sefer o kız çocuğunu pek göremedim; daha karanlık, hatta gotikti... Sizin ruh halinizin bir yansıması mı bu?
E. Ege: Şu anda global dünyanın içinde bulunduğu hüzünlü bir durum. Galiba ben biraz da bundan etkilendim, içimden böyle geldi...
Zaten hep çok katmanlı çalışıyorsunuz ama bu sefer sanki daha da fazla katman vardı ve çok kapalıydı... Sanki içindeki kadını daha fazla korumaya almak ister gibisiniz...
E. Ege: Doğru hissetmişsiniz... Bol bol ceket var, ceketlerin üzerinde pelerinler var... Dolayısıyla katmanlı bir doku oluşuyor, gömlekler bile 'göğüslük'lerle sunuldu.
Bu hüzünlü ruh halinde Paris saldırılarının da etkisi var değil mi?
A. Ege: Evet tabii, ağır bir hava var. Paris'in enerjisi düştü.
E. Ege: Üzüntü var çok...
A. Ege: O üzüntüyü o kadar çok hissediyorsunuz ki! Dışarı çıkıyorsunuz, restorana gidiyorsunuz, her yer boş... Mağazalarda yüzde 50 düşüş var. Bu da tabii tedirginlik yaratıyor. İnsanların işlerini kaybetme korkuları var, böyle karamsar bir atmosfer var Paris'te. Tabii Paris'ten başka yerlerde de var. Bütün bu dünyayı kapsayan terör olayları nedeniyle insanlar çok mutsuz. E. Ege: Ümitsizlik var. Geleceklerinden endişeliler. Zaten göçmenlerin durumlarını görünce ben bu koleksiyonu böyle yapmaya karar vermiştim. Kasımda da Paris olayı olunca, hepsinin birikimi oldu...
‘Gözyaşı ve alın teri akıtmadan 25. yıla gelinmiyor’
Peki, defilenin yansıması nasıl oldu? İnsanların tepkileri nasıldı?
A. Ege: İnsanlar defileyi bayağı enteresan buldu. Dijital çağda olduğumuz için defileye fiziki olarak gelen ve gelmeyen herkes defileyi sanal ortamda aynı anda izleme fırsatını buluyor. Bir de tabii alıcılar var; çünkü yapılan koleksiyonun aynı zamanda satılabilmesi de gerekiyor. Bu koleksiyonun satışının daha zor olacağını düşünmüştüm. Ece'nin de anlattığı gibi daha fantastik bir defile ve koleksiyon oldu. Ancak, tahminimizin de üzerinde bir ilgi ve satış gerçekleşti.
E. Ege: Modada bir satürasyon yaşanıyor! İnsanlar da artık herkesin üzerinde aynı şeyi görmekten biraz sıkıldılar. Kendilerine özel yapılmış tasarım arayışları giderek artıyor.
A. Ege: Couture deyince akla hep klasik kırmızı halı kıyafetleri geliyor. Uzun tuvaletler düşünülüyor. Aslında gerçek couture alıcısı artık o şekilde giyinmek istemeyen kesim. Bakmayın şimdi kırmızı halıda markaların 'celebrity'lerle özel anlaşmaları var. Orada çok fazla tercih ve söz hakları yok. Ama kendi istedikleri şeyler mutlaka çok daha değişik, çok daha orijinal. Mesela bizim koleksiyondan bir şey beğeniyor ve onu giymek istiyor ancak X markayla anlaşması olduğu için onu tercih etmek zorunda kalıyor.
E. Ege: Öyle bir savaş var ki bizim sektörde...
A. Ege: İnanılmaz bir mücadele var. Mesela bizim defilemiz, Dior'la aynı gündeydi. Dior'un defilesinin sadece konseptine 6-7 milyon Euro harcanmış! Bunlar tabii muazzam bütçeler. Düşünebiliyor musunuz, siz orada maddi manevi büyük fedakarlıklarla hazırlıyorsunuz koleksiyonu. Çünkü couture defileleri ve koleksiyon hazırlığı çok çok büyük emek istiyor, hem de aynı zamanda büyük maliyetli bir organizasyon gerektiriyor. Karşınızda ise Dior...
Sizin sponsorlarınız vardı ama değil mi bu defilede?
A. Ege: Zaten sponsorsuz yapma ihtimalimiz yok böyle bir defileyi. Biz genellikle sponsor firma ile işbirliği bazında anlaşma yapıyoruz. Sponsor firmaya çeşitli danışmanlık hizmeti verebiliyoruz. Geçen defilemizin sponsoru Doğuş Holding'di. Onların yeni otel kıyafetlerini biz tasarladık. İlk defilemizin sponsoru ise yine danışmanlık vermiş olduğumuz TOYA firmasıydı. İTKİB de bize destek veren kurumlardan. Her defileyi bir sponsorla yapmak zorundayız, yoksa defileyi gerçekleştirmemiz imkansız! Ayrıca Ekonomi Bakanlığı'nın 'Tasarım Desteği' çerçevesinde devlet desteğini de almaktayız. Şunu da ekleyeyim; moda eleştirmenlerinin ve gazetecilerin de işi bu devirde çok zor. Dev markalarla ilgili kötü eleştiri yapma ihtimalleri yok. Çünkü söz konusu marka hemen reklam desteğini kesiyor. Gazete ve dergilerin gelirleri bugün tamamen lüks sektöründen gelmekte.
‘Gözyaşı ve alın teri akıtmadan 25. yıla gelinmiyor’
Geçti o Anna Wintour'ların zamanı yani! E. Ege: Modada artık durum çok politik bir noktaya geldi. Kuvvet ve gücü olanın borusu ötüyor.
A. Ege: Ve gazeteciler bunları söylüyorlar zaten. Yazamadık diye... Çok yakın bir İngiliz gazeteci arkadaşım; "X markanın defilesine gittim, çok kötüydü" diyor. Ama bu X markanın defilesinin yorumunu kötü yapması olanaksız.
Siz zaten hiçbir zaman o kırmızı halı stiline yakın durmadınız...
E. Ege: Benim bir stilim var. Ve küçük bir çocukken bile bu stilim vardı. O zaman yaptığım çizimlerde bile kutu etekli bir kız çizerdim, üzerinde kapalı bir küçük kazak. O tarz uzun zamandır belliydi. Zamanın havasına göre değişiklikler oluyor ama o stili değiştirmedim. Ben şuna inanıyorum; bugün 'brand identity', her şeyde geçerli. Bir kişinin üzerindeki tasarımı uzaktan tanıyabileceksin. Bu özdeşlik yoksa uzun dönemde markanın başarılı olma şansı çok düşük. Red carpet'e de gelince; benim hiç tercih etmediğim bir tarz. Ben abiye kıyafetinde modern, çağdaş bir tarza sahip tasarımlar yapıyorum.
Tasarımlarınızda hiçbir zaman tuvalet de olmadı galiba...
A. Ege: Hiçbir zaman özellikle bu tarz tasarım yapmadık. Bize gelinlik icin gelen couture müşterilerinden özellikle bu tarzı isteyenlere de Ece hemen, "Yok bu benim tarzım değil, X markaya gidin" der...
E. Ege: Bu tabii tamamen haute couture için geçerli. Ayrıca bize düğün, davet gibi özel okazyonlara Dice Kayek'in fütüristik modern tarzında tasarımlarını taşımak istedikleri için geliyorlar. Son derece memnun kalıyorlar.
A. Ege: Vaktimizin kısıtlı olduğundan dolayı bu tip müşterileri çok az sayıda müşteri kabul edebiliyoruz. Üç sene önce, Suudi Arabistan, Riyad'ın ileri gelen ailelerinden birine çok değişik bir gelinlik yapmıştık. Oradaki düğünler önemli biliyorsunuz. 2 bin kadın, dünyanın en önemli markalarını giymişler, tamamen geline odaklanmış oturuyorlar. Gelin burada başrolde, adeta kırmızı halı gibi upuzun bir podyumda yürüyor ve bütün davetliler onu izliyor. Bu ailenin kızının gelinliği öyle bir sükse yaptı ki, tüm şehir bu değişik gelinliği konuşmuş. Ertesi gün bizi onlarca kişi ben de istiyorum diye aradı. Bu kişiler herhangi bir couture evine gidebilirdi, ancak değişik bir tarzı olduğu için, Dice Kayek'i seçtiler.
E. Ege: Değişik bir tarz talebi her zaman var, özellikle sofistike bir zevke sahip kişilerce...
‘Gözyaşı ve alın teri akıtmadan 25. yıla gelinmiyor’
Lüks tüketim de zaten Ortadoğu'ya, Asya'ya doğru kayıyor. Orası için özel bir pazarlama stratejisi geliştirmiş miydiniz?
E. Ege: Dice Kayek tarzı Uzakdoğu zevkine çok yakın. Dolayısıyla bu müşteriler kendiliğinden geldiler.
A. Ege: Evet, bizim ilk müşterimiz bir Japon'du. Japonların çok değişik bir gustosu var; ilerlemiş, yalın ve rafine. Ve bizim kreasyonlar bu beklentiye uyuyor. Birçok marka Uzakdoğu için özel koleksiyon oluşturduğu bir gerçek. Bizim koleksiyonlarımızın kimliği Uzakdoğu gustosuna uydu. Neticede dünyada niş bir pazar oluşmaya başladı. Couture satışı yapan 'Moda Operandi' sitesinin Londra'da trunkshow yaptıkları çok özel bir mekanı var. Çok özel bir yer, gizli bir bahçenin içinden geçiyorsun falan... Her müşterinin kendisine ait özel danışmanı var. Bu danışman kıyafetleri seçip sunum yapıyor. Bütün dünyadaki en elit tabaka müşterileri. Bu kesim, mağazalara gitmeden alışveriş eden bir grup. Aralarında çok büyük moda markalarının sahipleri olan aileler de var. Şimdi o markaları söylemeyeceğim; X (kahkahalar)... Hepsi diyormuş ki, "Sakın bana o X markayı gösterme!"
Zehirlenme olmuşlar artık X markalardan...
A. Ege: Evet, bir davete gidiyorlar, herkes aynı. Bence bir sürü insan artık bunun devrinin geçtiğine inanıyor. Kişiye özel, değişik tasarım istiyorlar.
‘Gözyaşı ve alın teri akıtmadan 25. yıla gelinmiyor’
Bu, dördüncü couture defileniz. İlkiyle kıyasladığınızda, hisleriniz nasıl?
E. Ege: İlkinde çok heyecanlanmıştık. Bizim için, couture haftasına davet edilmiş olmak çok büyük bir onurdu. Uzun aşamalardan geçip couture takvimine kabul edilmiş olma heyecanı vardı. Daha küçüktü koleksiyonumuz. Ama yine de çok özeldi bence.
A. Ege: Süperdi! Çok güzel bir koleksiyondu. E. Ege: 15 tane çiçek ve her bir çiçek elbise olmuştu. Son derece mimariydi...
A. Ege: Ama o kadar terslikler oldu ki defilede! Birçok teknik problem yaşandı. Işık problemi oldu; fotoğrafçılar fotoğraf çekmede sıkıntı yaşadılar. Kabus gibiydi.
E. Ege: Light designer'imız vardı, adam yok oldu! Çok aksilikler oldu. Çok trendy bir yerdi. Palais de Tokyo'da, Yoyo salonunda yaptık. Oldukça underground bir mekandı. Karanlık dehlizlerden geçip, bizim defile mekanına varılıyor ve bir anda karşında temsili bir tiyatro sahnesi buluyorsun ve sahnede 15 çiçek kadın...
A. Ege: Bazı seyirciler çok duygulandılar! Ben backstage'e girememiştim, çok kalabalıktı. Defile mekanında seyircilerin arasında kaldım ve ilk kez böyle bir şey gördüm! Müzik de inanılmaz güzeldi, çok romantikti, atmosfer çok büyülüydü. Bu ışık problemi de olmasaydı gerçekten kusursuz bir deneyim olacaktı.
Bu kez her şey yolunda gitti mi?
E. Ege: Bu son defilenin koleksiyonu çok uzun ve zahmetli bir süreçti. Defile saat 12'deydi. Biz sabahlamış, elimizde son elbise hala dikiyoruz (gülüyor). Neyse ki her şey yolunda gitti.
‘Gözyaşı ve alın teri akıtmadan 25. yıla gelinmiyor’
Bu kez gayet rahattınız belli ki...
E. Ege: Hiç endişemiz yoktu yetişmeyecek diye, daha profesyonel oldu tabii...
A. Ege: Tabii dördüncüde öyle oldu artık... Mesela gazeteciler geliyor backstage'e, "Ne kadar zen bir atmosfer var" diyorlar. Herkes çok sakindi. İlki çok çok güzel bir defileydi ama ben saçlarım havada geziyordum. Stresten ölebilirdim.
Seneye 25. yılınızı kutlayacaksınız. Nedir planlar? E. Ege: Belki burada, Grand Pera'da bir davet verebiliriz...
A. Ege: Bir Türk moda markasının 25. senesi önemli. Geçen gün çok güzel bir makale okudum, bizim işi çok güzel anlatmış. Alın teri, kan ve gözyaşıyla bir yere geliyorsunuz... Öyle böyle bir emek değil; gözyaşı ve alın teri akıtmadan 25. yıla gelinmiyormuş.
‘Gözyaşı ve alın teri akıtmadan 25. yıla gelinmiyor’
Hayallerinizi gerçekleştirdiniz mi, hayallerinizin ötesinde misiniz?
E. Ege: Ben başladığımda öyle bir şey yoktu aklımızda. Her sezon biraz daha ilerledik. Konsept olarak da, haute couture yapacağız, maison olacağız diye bir şey yoktu. İlk koleksiyonlarımız gömlekti zaten.
Siz sanat üretimi de yapıyorsunuz, var mı yeni proje?
E. Ege: Var, şimdi Dubai Müzesi'ne bir şey yapacağız.
A. Ege: Biz 'İstanbul Contrast' sergimizle iki sene önce Victoria and Albert Museum'un 'Jameel Prize' ödülünü kazandık. Bu ödülle birlikte sanat-moda kavramına daha fazla eğilmeye karar verdik. Zaten bir elbisenin tasarımı, üretimi aynen bir sanat eseri gibi. Jameel Ailesi, Victoria and Albert Museum'un 'İslam Eserleri' bölümünün kurucusu, sanata çok önem veriyorlar. Bu ailenin Dubai'de açacağı çağdaş sanat müzesi için bir proje yapacağız. Şimdi Pera Müzesi'nde 'Jameel Prize 3' sergisi olacak. Ödülü biz kazandığımız için de jüri üyelerinden ikisi de biziz.