Babasının İzinden gidenler
Babasının İzinden gidenler
Melda & Mehmet Tuna -Celal & Emre Çapa
Yaptıkları işte gösterdikleri başarıyla adlarından söz ettiren iş, cemiyet ve spor hayatının ünlü isimleri, sadece onları takip eden gençlere değil kendi çocuklarına da örnek olmuş.
Babasının İzinden gidenler
Raffi Portakal & Maya Portakal Bitargil
Çünkü çocukları, 'baba mesleği'ni seçmiş. Sözünü ettiğimiz ünlü babalar ile babalarının izinden giden çocuklarını bir araya getirdik. Hem güzel bir fotoğraf çekimi yaptık hem de 'iş' konuştuk...
Babasının İzinden gidenler
Alican & Ali Ağaoğlu
AĞAOĞLU'NUN FAALİYETLERİNDE BABA-OĞUL İMZASI
Ünlü işadamı Ali Ağaoğlu'nun 28 yaşındaki oğlu Alican Ağaoğlu, Ağaoğlu Şirketler Grubu'nun yeni faaliyet alanı olan çimento sektörünün başında. Ali Bey, oğlunun isteyere
Alican Bey babanızın mesleğini devam ettirme kararını nasıl aldınız?
Alican Ağaoğlu: Londra'daki The American Intercontinental University'de işletme ve ekonomi okudum. Fakat o işi yapmayı çok istemedim. İnşaat, sanayi, proje geliştirme gibi somut, elle tutulan bir alanda çalışmayı daha çok istedim. Ortaya bir şey çıkartıyorsunuz. Okulu bitirdikten sonra da bu kararı vermek bana ait oldu, hiçbir şekilde babamdan baskı hissetmedim.
Ali Ağaoğlu: Demokrat bir aileyiz. Ali bey, oğlunuzun sizin mesleğinizi yapma kararını nasıl karşıladınız?
Ali Ağaoğlu: Çok sevindim, sonuçta bütün babaların istediği bir şey... Bu müesseseler kolay kurulmuyor, çok büyük bir emek var arkasında. Tabii ki her baba ister oğlunun işini devam ettirmesini. Ve her babanın kıskanmayacağı tek şey de, oğlunun kendinden başarılı olmasıdır. Çünkü babalar oğullarıyla gurur duyar. Benim herhangi bir telkinim olmadı, bu kararı kendisi verdi. Önemli olan da bu; kendi kararını vermesi... Çünkü insan işini isteyerek yapmazsa başarılı olamaz.
Babasının İzinden gidenler
Babanızdan iş hayatına dair öğrendiğiniz şeyler nedir?
Alican Ağaoğlu: Çok fazla var. Bir iş başarılı oluyorsa bir ekibe bağlıdır. Ekip olmadan başarıyı elde etmek çok zor... O yüzden bu konuya çok dikkat ettim ben de kendi ekibimi kurdum, sağlam güvenilir bir şekilde. Bir işi her zaman düz ve dolambaçsız bir şekilde yapmamı öğütler. İlk tecrübemi Londra'da yaptım, orada bir inşaat projemiz vardı. Orada mesela ben vergi avantajlarından bahsetmiştim. Babam reddetmişti. Yani her zaman daha düz ve basit mantıkta hareket etmemi söyler.
Ali Bey, oğlunuza iş hayatına dair verdiğiniz öğütler neler?
Ali Ağaoğlu: Ben her zaman şunu demişimdir, babam da bana bunu derdi: "Babam bunu duyarsa kızar diye düşündüğün şey değil, babam bunu duyarsa üzülür diye düşündüğün şeyi yapma." Çünkü babasın, kızarsın ama kızgınlığın 3-5 gün sonra gider. Hele bizim Karadeniz erkeği, yapısı gereği çabuk parlar, çabuk söner.
Ama üzüntü geçmez. "Beni üzecek hiçbir işin içinde olma" demiştim ona. Allah'a şükür eğitimini çok güzel tamamladı. Lise eğitimini İsviçre'de, üniversite eğitimini Londra'da tamamladı. Ben 22 yaşındayım (gülüyor), o 29'a geldi beni üzecek hiçbir hareketi olmadı. Onun için oğlumdan son derece memnunum, sağ olsun.
Babasının İzinden gidenler
Alican Bey, babanızın "kulağına küpe olsun" dediği sözleri neler?
Alican Ağaoğlu: "Hiç ıslanmadan balık tutulmaz. Hiçbir başarı kolay değildir. Başarmak istiyorsan, balık tutacaksan, ıslanacaksın" der. "Bil işini, bilmezsen işini, silerler geçmişini..." der.
İş hayatında oğlunuzu nasıl buluyorsunuz?
Ali Ağaoğlu: Oğlumun çok başarılı olacağına inanıyorum. Şu an yaptığı işte de hiçbir şekilde müdahale etmiyorum. İşini, ekibini kendi kurdu ve işini iyi yapıyor. Önemli olan onu başarmasıdır. Zaten başarının tadını alırsa, sırtı yere gelmez. Şu andaki işinde hiçbir şekilde müdahalem yok, bazen detayını anlatır bana, ben de sorarım; "Problem var mı?" "Yok" derse, "O zaman git, çöz, devam" derim.
Boynuz kulağı geçer mi?
Ali Ağaoğlu: İnşallah, tüm temennim bu... Bütün kalbimle onu temenni ederim.
Babasının İzinden gidenler
Raffi Portakal & Maya Portakal Bitargil
PORTAKAL SANATEVİ'NDE KUŞAKTAN KUŞAĞA
100 yıllık Portakal Sanatevi'nin 4. kuşak temsilcisi Maya Portakal Bitargil, ünlü sanat danışmanı babası Raffi Portakal'dan bayrağı devraldı. Baba- kız birlikte çalışıyor olmaktan hem çok mutlu hem de birbirleriyle gurur duyuyorlar
Raffi Bey, kızınız 4. kuşak olarak mesleğinizi devam ettiriyor. Ne hissediyorsunuz?
Raffi Portakal: Birincisi çok mutluyum, çünkü kızımın büyükdedesi bu günü görseydi çok mutlu olurdu, biliyorum. Beni kucağına aldığı zamanki hislerini babamdan bildiğim için... İkincisi, 100 senelik ve taze bir kurumun başında Maya olacak. Ne demek bu? Hem 100 yaşında, ama 30 yaşında. Dinamizm, gençlik, bilgi, deneyim ve kurumun hikayesi...
100 yıllık geçmişi olan bir kurumun başına geçiyor olmak nasıl bir duygu hissettiriyor size?
Raffi Portakal: Bugün kızımla beraber en büyük sorumluluğum ve mirasım... Yapılmayanı yapmak, ilerici olmak, ülkemize yeni değerler kazandırmak yazılı olmayan misyonumuz.
Babasının İzinden gidenler
Maya Hanım sizin çocukluğunuz sanatla iç içe geçmiş olmalı. Babanızın mesleğine özeniyor muydunuz?
Maya Portakal Bitargil: Elbette. 1987-88 yıllarında, ben 3-4 yaşındayken babamın Çiğdem Simavi ile Yıldız Sarayı'nda yaptıkları KUSAV müzayedeleri çocukluğumdan kalan en belirgin hatıraların başında geliyor. Yıldız Sarayı dolup taşıyor, kıyamet kopuyordu... Babam sahnede olağanüstü yönetiyor olmalı ki herkes coşuyor. Küçük biz kız çocuğu için babasını tam kahraman konumuna yerleştirecek bir an.
Bu tip an ve anılarla küçük yaştan bu işin sihrine inandım. Babam da çok ustaca, beni hiçbir zaman zorlamadan işin püf noktalarını, işimizin dünyadaki yerini çok erken görmemi sağladı. Yurtdışındaki koleksiyonler ve müzayedeevleri de dahil, önemsediği iş görüşmelerinde yanında olmama ve daha önemlisi özgürce yanında olmama özen gösterdi. Bunu küçük kızınızla yapmak, hiç de kolay olmamalı. Bugün daha iyi anlıyorum, beni nasıl büyük bir sabır ve özveriyle mücevher gib işlediğini...
Hiç baskı hissetmediniz o zaman bu mesleği seçmeniz konusunda...
Maya Portakal Bitargil: Bir kere her zaman bu mesleği yapmamı çok arzu ettiğini hissettirdi ve eğitimime çok özen gösterdi. Ama "Maya bu işi yapmalısın" gibi bir cümle hiçbir gün çıkmadı ağzından.
Babanızdan iş hayatına dair öğrendiğiniz en önemli öğüt nedir?
Maya Portakal Bitargil: Bilgi. Babamın en önem verdiği şey bilgidir. Doğru doktoru bulmak gibi bizim işimizin de birçok alanı var. O noktada da danışacağımız en doğru eks- peri dünyanın neresinde olursa olsun bulup, onunla çalışmayı prensip edinmeyi öğrendim. Raffi Bey, kızınıza iş hayatına dair en çok neyi öğütlediniz? Raffi Portakal: Dürüstlük, şeffaflık, çok çalışmak, disiplin ve bilgiye çok değer ve kıymet vermek...
Babasının İzinden gidenler
Maya Hanım babanızla uzlaşamadığınız noktalar oluyor mu?
Maya Portakal Bitargil: Kuşak çatışması diye bir hakikat var. Biz bu çatışmayı yaşadık, zaman zaman hala yaşıyoruz, yaşayacağız da, bu sağlıklı bir şey. Uzlaşamadığımız noktalarda tartışmaktan çekinmiyoruz. Portakal, 1914 yılında kuruldu. Babam bizzat 40 yıldır lokomotifin başında. Hem ustam hem patronum hem ortağım. Ayrıca en iyi dostum...
Son olarak Raffi Bey, boynuz kulağı geçti mi?
Raffi Portakal: Geçti (gülüyor)...
Babasının İzinden gidenler
Emre & Mustafa Toner
'TONER MİMARLIK'TA BABA-OĞUL GÜÇ BİRLİĞİ
Ünlü mimar Mustafa Toner'in oğlu Emre Toner de babasının izinden gidenlerden. Mustafa Bey, babasından devraldığı mesleği, Toner Mimarlık olarak oğluyla aynı çatı altında yapıyor olmaktan son derece mutlu ve gururlu olduğunu söylüyor
Emre Bey baba mesleğini devam ettiriyorsunuz, bu karar size mi ait?
Emre Toner: Bana ait ama biraz geç alınmış bir karar. Ben Amerika'da ekonomi okurken son senemde tasarım ve iç mimarlık gibi alanlara dönmeyi istemiştim. Finans sektörünün bana göre olmadığını anladım. Ve master'ımı yine Amerika'da iç mimar olarak yaptım. Tabii mesleğe dönme kararı alınca, babam da en doğrusunun bu olduğunu söyledi.
Babasının İzinden gidenler
Mustafa Bey, oğlunuzun bu kararı vermesini nasıl karşıladınız?
Mustafa Toner: Çok sevindim. İnsan iş hayatında oğlunu, kendi canını, kanını yanında istiyor, bir destek oluyor. Türkiye'de ortaklıklar çok uzun vadeli olmuyor, zor oluyor. Onun için insan yalnız kalıyor ve bizim işte her yere yetişmek kolay değil.
Çünkü biz de bir nevi itfaiye şefi gibiyiz. Her yerde yangın söndürerek dolaşıyoruz. Yangın sıçrıyor oraya koşuyoruz, başka yerde çıkıyor oraya koşuyoruz filan. Devamlı koşturan bir haldeyiz. Bunun dışında da dünyada yapılanları takip etmek gerekiyor, müşterilerle devamlı görüşmek ve tabii yaratım, tasarım süreci.
Hepsi bir araya gelince, çok yoğun oluyorsunuz. Birlikten güç doğuyor tabii...
Mustafa Toner: Tabii, çok iyi oluyor. Zaten dikkat ediyorum son zamanlarda arkadaşlarımın çocukları, özellikle mimarlar içinde, hep babalarının mesleğini devam ettiriyor. Mimarlık bir yaşam tarzıdır meslekten ziyade. Bir mühendislik ya da bankacılık gibi değil. Siz bir mimarsanız gittiğiniz seyahatte, restoranda, girdiğiniz mağazada, yürüdüğünüz sokakta hep bir fikir alırsınız hazneye koyarsınız. Ofiste biten bir iş değil. Doğal olarak insanın çocukları da etkileniyor bu yaşam biçiminden. Sonunda mimarların çoğu baba mesleğini devam ettiriyor. Benim babam da mimardı, ben de onu seçtim.
Emre Toner: Bir de bizim işimiz zevk işi; başka iş ortaklıkları gibi değil. Tasarım dediğiniz noktada da ortaklık çok mümkün olmuyor. Tarz olarak iki farklı insanın birbiriyle ortak olması biraz zor.
Baba-oğul tasarım ve tarz olarak uyuşuyor musunuz?
Emre Toner: Babamın hala bir öğrencisi olduğum için dolayısıyla ondan gördüğüm tarzı uyguluyorum, çok çatışan bir tarzımız yok. Çocukluğumdan beri gördüğüm bir tarz, zevk ve tasarım dili var tabii ki.
Babasının İzinden gidenler
Birbirinizi beslediğiniz noktalar neler?
Emre Toner: Ben her anlamda babamdan besleniyorum, onun öğrencisiyim. Mustafa Toner: Ben teknolojiye çok hakim değilim, Emre'den de teknoloji konusunda çok besleniyorum. Elle çizilen zamanlardan gelen bir eğitimim var. Bu anlamda Emre'nin varlığı bana büyük bir destek.
Oğlunuza iş hayatına dair verdiğiniz öğütler neler?
Mustafa Toner: O kadar çok var ki... Bir kere benim yediğim kazıkları yemesin diyorum, ama bakıyorum karakter olarak benden çok farklı değil. Aynı kazıkları yiyeceğini tahmin ediyorum (gülüyor). Benim arkadaşımın babasının verdiği bir öğüt çok hoşuma gider:
"Kimsenin gözüne bakamamazlık etmeyecek gibi bir meslek hayatını yaşa." Kısacası müşterinle göz göze geldiğinde, gözünü kaçırmayacaksın. Gözünü birinden kaçırıyorsan, bir yerde yanlış vardır. İşini yapmasını, elinden geleni yapmasını öğütlüyorum. Hata tabii ki olur. Bizim gibi servis, tasarım işinde hatasız bir iş çok zor. Hata olabilir, ama bilerek yanlış yapmadan, mesleğini severek yapmasını söylüyorum.
Babasının İzinden gidenler
Emre Bey sizin babanızdan öğrendiğiniz iş prensipleri neler?
Emre Toner: Babamın söylediklerine ek olarak, iş anlamında da şunu söyleyebilirim: Babam bana; "Bir şeyi tasarlarken her zaman kendini mekanın içine koyarak çalış" der. Ona çok dikkat ederim.
Mustafa Toner: Projenin gereği neyse, doğruyu yakalamaya çalışmalıyız. Güzel olan bir şey başkasına güzel gelmeyebilir. İşin, projenin gereklerini ve müşterinin taleplerini yerine getirecek şekilde işimizi yapmalıyız. Bir de her zaman bir hikaye yaratma çabası içindeyiz. Ruhsuz mekan çıkmasın
diye. Hikayeye karar verirseniz kendiliğinden tasarım akar gider.
Uzlaşamadığınız noktalar var mı?
Mustafa Toner: Ben "Evet" diyorum halloluyor (gülüyor)...
Emre Toner: Öyle oluyormuş ben farkında değilim. Ben her seferinde aklına yattı zannediyorum.
Mustafa Bey, boynuz kulağı geçecek mi dersiniz?
Mustafa Toner: İnşallah geçecek, hatta geçiyor, geçti. Her zaman geçiyor. Öyle olmasa zaten dünya ilerlemez...
Babasının İzinden gidenler
Emre & Celal Çapa
BU AİLEDE BAŞARI GENETİK
Amerika'da Johnson&Wales'de mutfak sanatları eğitimi alan ve Duble Meze adlı mekan açan Emre Çapa, yeme içme sektörünün efsanevi ismi olan babası Celal Çapa'nın izinden sağlam adımlarla yürüyor. Celal Bey ise oğlunun işin mutfağından yetişmesinden çok memnun
Emre Bey, babanızın sektörünü seçip onun yolunda ilerleme fikri nasıl ortaya çıktı?
Emre Çapa: Belki çok klasik bir cevap olacak ama ben zaten bu sektörün içerisinde doğdum. Valla tam hatırlamıyorum ama Gayrettepe'deki eski
Discorium zamanı ben ya 6 ya 7 yaşındaydım. Hemen hemen 25 yıl önce. Benim gördüğüm en güzel gece kulüplerinden bir tanesiydi. Ben gözümü orada
açtım. Adisyon kağıtlarıyla orada tanıştım yani.
Peki, Celal Bey, Emre Bey'in sizin mesleğinizden devam etme kararını duyduğunuzda neler hissettiniz?
Celal Çapa: Bu sektör, ağabeyimden bana geçti, benden de oğluma geçiyor. Bir aile işi oldu yani. Zaten babam da 'Çapamarka' olarak gıda işindeydi. Dolayısıyla herkes gıdayla ilgileniyor oldu. Aslında ben oğlumun avukat olmasını istiyordum (gülüyor). Ama o herhalde benim rahat dönemimi görünce bu işi yapayım dedi. Bu dönem artık o kadar rahat değil, sektörel olarak sıkıntılı bir süreçteyiz. O yüzden de böyle bir dönemde bu işe başlaması hakkında çok da olumlu olmamıştım ilk başta. Ama madem bu işe başladı, tabii ki sonuna kadar gidecek, ben de her zaman yanındayım.
Babanızdan etkilendiğiniz noktalar neler? Ondan aldığınız veya benzeyen en büyük özelliğiniz nedir?
Emre Çapa: Ondan planlı ve programlı olmayı öğrendim. Biraz ukala olmak, ama olumlu şekilde... Yani, bir fikrin varsa onun arkasında dik durabilmek anlamında. Çalışkanlılık diyeceğim, ama henüz daha onu tam alamadım. Babamı tatmin edebilecek boyutlarda değilim daha, o konuda hala uğraşıyorum. Çalışmalar devam ediyor, o özelliğini de yakında alacağım yani (gülüyor).
Celal Çapa: Biz mutfağından yetişmemiştik bu mesleğin, halbuki Emre yurtdışında, Amerika'da Johnson&Wales Üniversitesi'nde eğitim gördü. Ben, her zaman onun bu işin mutfağından yetişmesini istemiştim. Bunu da başardı, bu da beni çok mutlu ediyor.
Babasının İzinden gidenler
Çalışkanlık konusunda da eminim Celal Bey, olumlu düşünüyordur. Sonuçta 'Duble Meze' gibi son dönemlerin en popüler mekanlarından birinin sahibisiniz. Celal Bey,Emre Bey'in başarısı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Celal Çapa: Başarıyı ailevi bir kalıtım olarak görüyorum (gülüyor). Kardeşim İzzet de bu sektörde başarılı işlere ima atıyor. Yani, Emre'ye zaten başarılı olmama lüksünü vermemiştim. O da, bu konuda hakkını verdi.
Küçüklüğünüze dönersek, babanızın çalışma hayatına dair unutamadığınız, aklınızda kalan bir anınız var mı? Sizi teşvik edecek bir an belki...
Emre Çapa: Hatırladıklarım var tabii... Ben, ilkokulda saat 06.25 gibi servise binerdim. Ben kahvaltı ederken, babam eve yeni gelirdi. Her zaman zor bir şey yaptığını bilerek büyüdüm. Kelime anlamıyla 'sabahlara kadar' çalıştığını gördüm. Burada 'teşvik' kelimesi çok doğru olmaz, çünkü teşvik edecek şeyler değildi. Çok zor bir iş olduğunu gördüm. Teşvik anlamında ise doğru söylemek gerekirse; beni neyin teşvik ettiğini bilmiyorum? Heralde bu işi bir zanaat olarak gördüm, babadan gelen. Demir ustası gibi... Onun yanında, demirin işlendiğini göre göre büyüdüm.
Büyürken de bu işin en uygun alternatif olduğunu gördüm. İyi ki görmüşüm de! Çünkü ben öyle sabah 9 - akşam 7, kurumsal hayatta çalışabilecek biri değilim. En iyisi buydu
benim için. İş dışında gece hayatım olmamasına rağmen, çalışma hayatımın gece olmasını daha çok seviyorum. Okul hayatımda da akşamcı olmayı tercih ederdim. Üniversitede de böyle seçeneklerimiz vardı; sabahçı ve akşamcı olarak. Ben hep akşamı tercih ettim. Gece yaşamak bana göre daha keyifli.
Babasının İzinden gidenler
Melda & Mehmet Tuna
İŞLERİNE AŞKLA TUTKUNLAR
İstanbul'un en gözde mekanlarından Etiler Şamdan'ı 35 yıldır aynı başarıyla ayakta tutan Mehmet Tuna, işine aşkla bağlı biri. Bu aşkı kızı Melda Tuna'yı öyle etkilemiş ki, tıbbi biyoloji eğitimi görmesine rağmen kendisini bir anda mutfakta bulmuş! Başta Corridor olmak üzere, birçok yeni markanın mönüsünü ve mutfağını kuran, işletme danışmanlığı yapan Melda Tuna, babasının işine olan tutkusundan etkilenerek onun yolunda ilerliyor
Mehmet Bey, Melda Hanım'ın meslek olarak sizin yolunuzdan ilerleyeceğini hiç düşünmüş müydünüz? İlk duyduğunuzda ne hissetmiştiniz?
Mehmet Tuna: İlk benle paylaşmadı aslında (gülüyor). Melda, üniversite eğitimini Fransa'da tıbbi biyoloji üzerine gördü ve kendi mesleği yerine bir anda gıda sektörüne geçmeye karar verdi. Bu işe de Fransa'daki restoranlarda başladı.
Melda Tuna: Paris'te master yaparken, staj yaptığım yerdeki çalıştığım kişiler organizasyon ve işletmeye yeteneğim olduğunu ve onlara arada sırada destek olmamı rica ettiler. Zamanla ben de normalde stajyer olarak çalışmaya başladığım yerde zamanla profesyonel olarak kalmaya başladım. Böylelikle bu sektöre olan ilgimi fark ettim.
Biyoloji okurken bu sektöre girmeye karar vermek, büyük bir değişim. Babanızın etkisi var mı burada?
Melda Tuna: Aslında olmadı (gülüyor). Ama onun işine olan aşkı tabii ki beni de etkiledi.
Mehmet Tuna: Melda, kendisi karar verdi. Fransa'da çalışırken, çalışmak istediği sektörün bu olması gerektiğini görmüş. İlk olarak orada bir kursa gitti, daha sonra da burada Mutfak Sanatları Akademisi'nde eğitim aldı. Benim ailemde benden başka bu sektörde olan yoktu. Ben her şeyi Ahmet Çapa'dan öğrendim. Celal, dört nesil bu sektörde. Ahmet Abi'nin benim üzerimde çok etkisi vardır, keza Mehmet Fadıllıoğlu'nun da. Celal, zaten çok yakın dostum, uzun senelerdir.
Babasının İzinden gidenler
Peki, beraber çalışmayı düşün müyor musunuz?
Mehmet Tuna: Melda mutfak kurma ve mönü hazırlama işleriyle ilgileniyor. Yeni açılan yerleri kuruyor aslında. Şimdi de Corridor'la birlikte çalışıyor. Bana da zaman zaman danışıyor, ben de elimden geldiğince yardımcı oluyorum. Ona "İstediğin zaman kapı açık, benimle çalışabilirsin"
dedim. Melda Tuna: Başlarda da birlikte çalıştık, ancak o restoran sonradan kapatıldı. Ben de yemeğe yöneldim daha çok. Yemek hakkında deneyim kazanmak istediğim için de farklı projelerde çalışmaya başladım. Ama tabii ki ortak bir proje olursa seve seve beraber çalışırız.
Mehmet Tuna: Ben de zamanında çok iyi markalara danışmanlık yaptım ve kurdum. Şu an sektör sı sıkıntılı, çoğu yer küçülmeye gidiyor, büyümeye elverişli bir dönemde değiliz. Biz küçülmeye gitmedik, ancak büyümeyi de durdurduk. Melda, şu an aktif olabileceği, ona ihtiyaç duyulan yerlerde çalışmayı tercih ediyor doğal olarak. Gayet de güzel ilişkileri var. Mutfaktan da gayet iyi anlıyor. Büyümeye geçtiğimiz zaman ama tabii ki Melda'yı bünyemde isterim. Kızım şu anda çok başarılı işler yapıyor. Her zaman da benim yanımda yeri var.
Melda Hanım'a verdiğiniz ilk öğüdü hatırlıyor musunuz?
Mehmet Tuna: Kendi işini yapmasını söylemiştim. Biraz daha mesaili işlerde çalışmasını söylemiştim. Tabii yeni yerler kurmak onun hoşuna gidiyor. Benim de çok giderdi. Ama hayat böyle devam etmiyor. Bu konuda bilgili, yemek yapma konusunda çok başarılı, mutfaktan gayet iyi anlıyor, ileride kendi yerinin olmasını isterim.
Melda Tuna: Babam her zaman bana "Çalıştığın yerde vazgeçilmez ol" der. Yani kendi görevin dışında başka görevleri de yap. Çok amaçlı biri ol yani... Eğer bir gün bir yerden ayrılırsan, iz bırak.
Çocukluğunuzdan babanızın çalışma hayatı hakkında aklınızda kalan bir anı var mı?
Melda Tuna: Çok anı olarak değil ama babamın hep çalıştığını hatırlıyorum. Uyandığı andan itibaren, aklı işinde olurdu. Sanırım yaşla değişen bir şey de değil bu. Babam hala Şamdan'la yaşıyor. Onunla uyanıyor, onunla yatıyor. İşine aşkla bağlı olan bir insanla büyümek beni de etkiledi. İşime olan tutkum buradan geliyordur eminim.
Mehmet Tuna: Ben de kızımla gurur duyuyorum. Daha ileri gitmesini, bir dükkan sahibi olmasını istiyorum. Ama tabii ki ilerde, çünkü şu an zaman doğru bir zaman değil. Şu an gittiği nokta gayet iyi.
Babanızın size bu meslekteki en büyük yardımı ne oldu?
Melda Tuna: Babamın bana verdiği en güzel şey; özgürlüğüm oldu. İstediğim yoldan ilerlememi sağladı, önümü açtı. Öğütler verdi, yardımcı oldu. Baskı yapmadı, ayaklarım üzerinde durmamı istedi ve bunun için de hep beni ileriye doğru itti.
Babasının İzinden gidenler
Utku & Semih Yuvakuran
YEŞİL SAHALARDA BABADAN MİRAS YETENEK
Eski milli futbolcu Semih Yuvakuran, üçüzlerinden biri olan Utku Yuvakuran ile Şamdan Plus için sahaya girdi. Beylerbeyi Spor Kulübü'nde kalecilik yapan, 1.92 boyundaki 17 yaşındaki Yuvakuran, üç büyükler ile Atletico Madrid'in yakın markajında
Semih Bey, üç oğlunuz da futbol dünyasında. Çocuklarınız da bu mesleği yapsın istediniz mi?
Semih Yuvakuran: Hiçbir şekilde zorlamadım. Kendi istekleriyle karar verdiler. Zaten futbolda istediğiniz kadar zorlayın, yetenek yoksa olmaz. Ama üç çocuğumun da yeteneklerini gördüm ve kendileri de gördü.
Kaç yaşlarında Utku'nun yeteneğini gördünüz?
Semih Yuvakuran: 4 yaşındaydı; onu kaleye geçirip yumuşak bir topla uçuruyordum, o zaman da atlıyordu. Çok yetenekliydi. Zaten sonraları kendi de "Ben çok iyi kaleci olacağım" dedi.
Siz eski futbolcusunuz oğlunuz kaleciliği seçti. Kaleciliğin zor olduğunu söylediniz mi?
Semih Yuvakuran: "Oğlum kalecilik çok zordur" dedim. Üç arkadaşın var, üçü de direk. Onun dışında koca sahada yapayalnız bir adamsın. Ama Utku, "Ben
kaleci olacağım ve en iyisi olacağım" hedefiyle yola çıktı. Şükür Allah'a çok iyi gidiyor.
Diğer çocuklarınız da futbol dünyasında...
Semih Yuvakuran: Evet... Biri santrafor, diğeri stoper. Onlar da Beylerbeyi SK altyapısında oynuyorlar.
Sevindiniz mi çocuklarınız sizin mesleğinizi seçince?
Semih Yuvakuran: Çok sevindim, kim sevinmez ki? Yüz kere dünyaya gelsem yüzünde de futbolcu olmayı isterdim.
Üçüzlerinizle beraber küçük bir futbol takımı kurmuşsunuzdur...
Semih Yuvakuran: Zaten takımın yarısını kuruyorduk (gülüyor). Bursa'daki evimiz müstakildi ve bahçemizde çim saha vardı, oynuyorduk.
Oğlunuz Utku'ya verdiğiniz öğütler neler?
Semih Yuvakuran: Utku ve diğer çocuklarıma dediğim bir kere ne kadar yükselirlerse yükselsinler, ilk olarak alçakgönüllü olmayı bilecekler. Yani
şımarmayacaklar. Ronaldo ve Messi'ye bakıyorsunuz, ne kadar yüksek değerde oyuncular ama bir o kadar da mütevazılar... İnşallah Allah yollarını açık
eder ve futbolda iyi bir kariyer elde ederler. O zaman benden alçakgönüllü olmayı öğrenecekler.
Futbolcuların özel hayatı da çok önemli. Sizin bu konuda tavsiyeleriniz neler Semih Bey?
Semih Yuvakuran: Çok önemli hem de. Birincisi alçakgönüllülük. İkincisi de ben futbolculuk hayatım boyunca sadece iki gün kendime izin verirdim; pazartesi ve salı günleri gece hayatı ve özel hayat konusunda. İki gün ne istiyorsa yapabilirler. Ama iki gün dışındaki günleri hep tesislerde geçiriyordum. Güçlü olmak zorundasınız. Güçlü olmazsanız, her gece orada burada güçten düşüp konsantre olamazsınız. Profesyonel düşünüp, öyle yaşamak lazım...
Utku, siz babanızdan mesleki anlamda neler öğrendiniz?
Utku Yuvakuran: Babam futbolcu olduğu için bana top atarak nasıl yakalamam, uçmam gerektiğini öğretti. İyi kalecilerin- o zaman ki kendi döneminden
arkadaşları da olan kalecilerin- nasıl topu yakaladıklarını ve kaleyi tuttuklarını öğretti. İlk eğitimimi babamdan aldım diyebilirim.
Babasının İzinden gidenler
Semih Bey, oğlunuzun yeteneğinin üstüne siz de işlemişsiniz...
Semih Yuvakuran: Zaten çocuktaki isteği görünce, bu noktada da öğretilmesi gereken şeyler oluyor. Onları öğretince kademe kademe yukarıya taşırsınız çocuğu. Devamlı bir şey öğrenecek. Her yediğin golden bir ders çıkar, bir daha yemezsin diyorum.
İzliyor musunuz oğlunuzun maçlarını?
Semih Yuvakuran: Deplasmana gidemiyorum ama buradaki maçlarını izliyorum. Yediğin her golü analiz et diyorum. Ondan bir ders çıkarırsa, bir daha o
golü yemez.
Babasının İzinden gidenler
Utku, sizin hayran olduğunuz kaleciler kimler?
Utku Yuvakuran: Muslera, Manuel Neuer, Iker Casillas. Onları izliyorum. Kariyeriniz çok parlak... Utku Yuvakuran: Şu anda öyle gözüküyor. İnşallah hayırlısı olur. Şu anda olduğum kulübümden çok memnumum. Burası bir okul gibi...
Utku'nun talipleri çok öğrendiğim kadarıyla; hem Türkiye'de üç büyüklerden isteniyor hem de yabancı takımlardan... Siz yurtdışına gitmesini istiyor musunuz?
Semih Yuvakuran: Yurtdışına gitmek Utku'nun en büyük hedeflerinden biri zaten. Bana hep, "Seni geçeceğim" der. Ben Fenerbahçe, Galatasaray ve Bursaspor'da oynadım. Yurtdışına çıkmak bana nasip olmadı. Utku da bana, "Ben yurt dışına gideceğim ve seni geçeceğim" dedi. Bu yüksek hedefi koyması benim çok hoşuma gidiyor.
Hırslı mısınız?
Utku Yuvakuran: Babam kadar olmasa da hırslıyım (gülüyor).