"Koza'ya katılmak başlı başına bir deneyim"

Yetenekli genç tasarımcıları bulmak için uzun yıllardır düzenlenen Koza Genç Tasarımcılar Yarışması bu yıl 26. kez yapılıyor. Yarışma sürecini ve Türk modasında genç tasarımcıların konumunu konuşmak üzere jüri başkanı Cem Altan ve jüri üyesi Ece Sükan ile

"Koza'ya katılmak başlı başına bir deneyim"

Röportaj: Bade ÇAKAR
Fotoğraflar: Betül YAZICIOĞLU

Bu yıl 26. kez gerçekleşecek olan Koza Genç Moda Tasarımcıları Yarışması, yıllardır Türk modasına genç yetenekleri kazandırıyor ve tasarım hayatlarına başlamalarında büyük bir destek oluyor. Yarışmanın jüri başkanı Cem Altan ve başından beri Koza'ya büyük destek veren, dünya moda sektöründe önemli bir yeri olan Ece Sükan ile 2 Mayıs'ta gerçekleşecek yarışma için bir araya geldik. Yarışma sürecini ve finalistlerin neler beklediğini konuştuğumuz iki jüriyle Türk modasının seyrini de değerlendirdik. Yıllardır moda sektöründe yer alan ve dünya moda platformunda başarılı işleriyle tanınan Ece Sükan'la da genç tasarımcılara ilham olacak serüvenini konuştuk.

Koza Genç Moda Tasarımcıları Yarışması, bu yıl 26. defa gerçekleşecek. 26 yıldır başarılı bir şekilde gerçekleşen bu yarışmanın en büyük özelliği nedir?
Cem Altan:
İstanbul Hazır Giyim İhracatçılar Birliği (İHKİB), 26 sene önce "Türkiye'nin geleceği bundan sonra tasarımdan geçer" diyerek artık bir fason ülkesi değil, tasarımcı ülkesi olarak tanınmak istediğine karar verdi. İHKİB, yıllardır tasarımcıları destekliyor. Biz yetenekli genç tasarımcıları bu işe teşvik etmek için özgün, kendine güveni olan, Avrupa'da kendine yer edinecek ve Türk modasını tanıtacak gençleri bulmak için bu yarışmayı düzenliyoruz. Tabii bu bir başlangıç onlar için, bu yarışmadan sonra kariyerlerini geliştirmek için her türlü yardım olsun, eğitim, deneyimli tasarımcıların desteklerini onlara vererek tecrübe edinmelerini sağlıyoruz. Koza Genç Tasarımcılar Yarışması'nın en büyük özelliği Türk moda sektörüne uluslararası yetkinlikte, özgün, yaratıcı ve başarılı genç moda tasarımcıları kazandırmak.

İHKİB'in genç tasarımcılara desteği çok fazla. İstanbul Moda Haftası'nın başlangıcında İHKİB'in desteği var.
Cem A.:
Ülkemizde çok yetenekli gençler var fakat maalesef üniversitelerde verilen eğitim, yeteneklerini ortaya koyabilecek yeterlilikte değil. Öğrenciler, okullarda temel eğitimleri alıyorlar ama bundan sonra ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Çoğu hemen kendi isimleriyle marka olmaya çalışıyor fakat bu bir yatırım, sermaye işi... Bu da olmayınca kısa sürüyor serüvenleri. Biz onlara tasarımcı olduktan sonra belli bir yere gelene kadar endüstride çalışmalarını ve tecrübe kazanmalarını öneriyoruz. En azından yarattıkları tasarımların satılabilirliğini görmelerini istiyoruz. Gençlere desteğimiz hep var. Moda haftasında da genç tasarımcıları 'New Gen' adı altında defilelerini tanıtma şansı veriyoruz ve böylelikle tanınmış tasarımcıların arasında yer alarak pişmelerini sağlıyoruz.

Ece Hanım siz dünya modasını yakından takip eden bir isimsiniz. Size göre Türkiye'de düzenlenen bu yarışmaların önemi nedir? Yurtdışındaki moda anlayışına yaklaştık mı?
Ece Sükan:
Koza Genç Moda Tasarımcı Yarışması'nın oldukça uzun süredir içerisindeyim. Tam net hatırlamıyorum ancak sanırım en az 10 senedir jüri görevindeyim. Başından beri çok önem verdiğim ve destek olduğum bir yarışma. Çünkü inancım şu; bir ülkenin en önemli unsurlarından birinin üretim, yaratım ve markalaşma gücü. Özellikle yaratıcı endüstrilerde dünya arenasında bu şekilde fark yaratabilir ve dikkat çekebilirsiniz. O yüzden de genç tasarımcı yarışmalarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Gençlerin aslında bu yarışmanın sonrasında nerelere gidebildiğini de görmüş olduk bugüne kadar. Kazandıkları yurtdışı eğitimlerine gidenler ve devam ettirenler var. Bu yarışma yaratıldığında Türkiye'de moda kursları, İstanbul Moda Akademisi (IMA) gibi eğitim kuruluşları yoktu. Yurtdışında eğitim fırsatı, burslar, dil öğrenmek, orada deneyim kazanmak ve endüstrinin esas elemanlarıyla iç içe olmak çok büyük avantaj sağlıyordu, hala da sağlıyor. Yurtdışıyla buranın farkı olarak söylemeyeceğim ama bizde şöyle bir durum var; hemen tek başına marka yaratmak fikri yaygın ancak biraz farklı yerlerde çalışıp, burada veya yurtdışında olsun o rekabeti ve gerçeklerin içine girmek önemli. Bu süreci yaşamak eksik olan şey... Bizdeki genç tasarımcılar, o eforu, sabrı, emeği belki de göstermekten kaçınıp, kendi rahat alanlarında kalmayı tercih ediyorlar. Çünkü burada bir şekilde marka olabiliyor ve ismini duyurabiliyor. Ama gidip, bir iki sene Milano'da veya Paris'te, Lonra'da ve New York'ta sahada çalışsa, zamanını enerjisini daha geniş bir vizyon için odaklasa ve arkasından kendi serüvenine atılsa daha farklı deneyimlerle, çok daha farklı işler yapacak. Biz de daha kısa yol tercih ediliyor, ben hemen markamı açayım durumu var ama o sürdürebilir olmuyor, olamıyor...

Yarışmada katılımcıları bu konuda da eğitiyorsunuz aslında... Yarışmadan sadece derece alan değil, katılan finalistler de başarılı işlere imza atan tasarımcılar oldu...
Cem A.:
Bahar Korçan, Arzu Kaprol, Hakan Yıldırım, Ümit Ünal, Hatice Gökçe, Zeynep Tosun, Özgür Masur, Elif Cığızoğlu, Zeynep Erdoğan, Özlem Kaya gibi birçok önemli isim bu yarışmaya katılan isimler... Geçen ay gerçekleşen Mercedes-Benz Fashion Week Istanbul'da defile yapan Meltem Özbek, Miin/Kadir Kılıç ve Gökhan Yavaş da Koza'dan çıkan yeni nesil tasarımcılara örnek verilebilir.
Ece S.: Bu yarışmada derece kazanmak önemli değil aslında. Yarışmada edindikleri deneyim, aldıkları disiplin, eğitim ve gerçekten bir koleksiyonu başından sonuna ortaya çıkartmak onların için çok önemli tecrübeler... Jüri üyelerinin karşısına çıkarak, sorularımızı duymaları bile kafalarında ileriye dönük istekleri için yeni şeyler uyandırabiliyor. Hele bir de son 10'a kalıp, defile hazırlamaya hak kazandıysa o süreç bambaşka bir deneyim. Bu deneyimlerle derece alsın almasın her harikulada sektöre çok daha donanımlı giriyor. Her yıl da çok değerli genç tasarımcı çıkıyor. Sonra birçoğu belki kendi markasını yaratıyor, belki yurtdışına gidiyor, yani potansiyeli ortaya çıkartmaya yarayan bir yarışma olduğunu düşünüyorum.

Koza için yaklaşık 200 başvuru yapıldı. Çok yüksek bir sayı bu. Her geçen yıl ilgi artıyor mu? Bu 200 başvuru arasından elemeler nasıl yapılıyor?
Cem A.:
Evet, artıyor. Bu yarışma İHKİB için bir sosyal sorumluluk projesi aslında... Verilen ödüller çok önemli ve genç bir tasarımcının tüm hayatını değiştiriyor. Ayrıca Koza genç tasarımcılar için adeta Nirvana'ya ulaşmak gibi... Önce kendilerini diğer yarışmalarda deneyip, Koza'ya öyle giriyorlar. Bu nedenle de çok nitelikli başvurular geliyor. 200 kişi önce online sistemle tasarımlarını gönderiyor. Biz başvuruları 30 kişiye indiriyoruz. Bu 30 kişiyi de mülakata çağırıp, tasarımlarını anlatmalarını istiyoruz. Kullandıkları kumaşlar, aksesuarlar çok önemli. Bunları tasarımlarıyla nasıl bağdaştırdıklarına bakıyoruz. Tasarımların ne kadar giyilebilir olduğu, ne kadar satılabilir olduğu reklam değerine bakıyoruz. Tabii ki katılımcıların kişilikleri de bizim için önemli...
Ece S.: Yaratıcılık, özgünlük çok önemli. Çünkü bazen dünyadaki ünlü markaların tasarımlarına çok benzer tasarımlar da oluyor. Globalizm, sosyal medya derken herkes her şeyden etkilenebiliyor. Teknik beceri, materyal kullanma kapasitesi, becerisi, uygulanabilirliği, değişik malzemeler kullanma yetileri çok önemli. Ve evet, kendisindeki bir ışığa da bakılıyor. Türkiye'yi temsil edebilir ışığı, vizyonu, ufku var mı? Bütün bunlar olması gerekenler...

Koza'da ünlü ve başarılı tasarımcılar yarışacılara mentorlük desteği veriliyor... Mentor tasarımcılar, finalistlere nasıl yardım ediyor?
Cem A.:
Defile yapmaya hak kazanan 10 finaliste, finansal destek sağlanıyor ve hepsine birer mentor atanıyor. Bunu İMA ve Moda Tasarımcıları Derneği birlikte karar veriyor. Mentorler, yarışmacıların konseptine göre ne tür kumaş ve malzeme kullanılması gerektiği konusunda destek veriyorlar ayrıca atölye sürecinde yarışmacı koleksiyonlarının dikimi ile ilgili, fitting, saç/makyaj gibi hususlarda da yönlendirmeler yapıyorlar. Mentorlerin onlara verdikleri tecrübeleri ve kendi bilgi birikimlerini aktarmaları çok önemli.

Yarışmanın birincisini neler bekliyor?
Cem A.:
Çok güzel imkanları var. İlk üçü bir para yardımı alıyor, eğitimlerinde onlara yardımcı oluyor. 10 finalistin hepsi Moda Akademisi'nde yüksek lisans eğitimine katılma hakkı kazanıyor. Birinciye yurtdışında kendi seçeceği ülkedeki bir eğitim kurumunda iki sene eğitim görme imkanı sunuyoruz. Ekonomi Bakanlığı'nın yardımlarını unutmamak lazım, çok iyi destekler veriyorlar. Yabancı dil eğitimi, uluslararsı fuar ziyaretlerine gitme şansları veriliyor.

Peki, Türkiye'de bir tasarımcı olarak sürdürülebilir olmak kolay mı?
Cem A.:
Moda işi, para işi... Dünyadaki büyük moda markaları da güçlü finansal desteğe sahip olmasalar bu noktaya erişemezlerdi. Bizde bu fonlar çok eksik. Defile yapmak için bile fon bulmakta zorlanıyorlar.
Ece S.: Bu da şuna neden oluyor; tasarımcı döndürmek için tasarımdan kopuyor, abiye yapıp, para kazanmaya başlıyor. Mecburen pret-e-porter tasarımcı kimliğini sürdüremiyor. Çarkı döndürmek için satılacak bir şey yapmak zorunda çünkü. Esas amacından, esas başlangıç noktasından kopmuş oluyor. Bu çok gördüğümüz bir şey Türkiye'de. Modern çizgilerle başlayanlar sonunda abiyeye kaymış oluyor, sürdürülebilirliğini orada buluyor çünkü. Burada bir şey çözmek gerekiyor. Finans, evet bunun çok büyük bir kısmı, bir kısmı da belki biraz sabredip, biraz emek verip, başka yerler görmek. Ben yurtdışı taraftarıyım. Ne kadar Türkiye'de çok güzel markalarımız olsa da oradaki yarış bambaşka. O sabrı ve disiplini göstermeleri gerekir. Büyük tasarımcıların hepsi bir fashion house'dan geliyor. Oradaki rekabeti, deneyimi, endüstrinin dinamiklerini görmeden, sektörün içerisinde olmadan burası biraz kopuk kalıyor. Bu yüzden de çok fazla tasarımcı çıkartamıyoruz dünya ligine...

Ece Hanım, siz uluslararası arenada çok başarılı işler yapan bir isimsiniz. Bunun için çok emek verdiğinizi de biliyorum. ODTÜ'de psikoloji eğitimi daha sonra moda editörlüğü, modellik, oyunculuk, styling derken moda editörlüğü ile başladığınız serüveninizde şu an dünyanın en beğenilen stiline sahip isimlerindensiniz. Bu noktaya geliş süreciniz nasıl oldu?
Ece S.:
Benim eskiden beri kafamda uluslararası, enternasyonel işler yapmak, böyle bir arenada yer alabilmek, köprü olabilmek vardı. Lokal kalmayı hiçbir zaman düşünmedim. Bu yüzden de seçimlerimi ve adımlarımı hep bu yönde attım. Kendime yatırım yaptım. Demin bahsettiğimiz şey aslında bu; yurtdışında zaman geçirmek, emek, enerji, vakit, nakit her anlamda konsantrasyonu oraya vermek... Bu bir süreç, hiçbir şey pat diye olmuyor. Son hedefte böyle olacak diye bir planım yoktu ama dediğim gibi kafamda ülkemden oraya ne götürebilirim, oradan ne getirebilirim, uluslararası nasıl işler yapabilirim diye düşündüm. Oyunculuk da yapıyordum bir ara, moda editörlüğü de, televizyon programı da yapıyordum. Yurtdışına açılmak, evrensel bir platforma çıkmak istiyordu, adımlarımı da bu anlamda attım istikrarlı bir şekilde. Ben kulislere arka kapıdan kaçak girerek başladım bu serüvene. NTV'ye program yapmayı ben teklif ettim. "Gidelim uluslararası moda haftalarını yerinde takip edelim" dedim. Hep ben bir ayağımı orada tuttum ama hep kendim olarak orada oldum. Orada olmaya devam edip, sonra işbirliği yaptığım markaları, basın-yayın kuruluşlarını oraya götürür oldum. Bu seneler içerisinde de bir network'üm oluşmaya başladı.

Stilinizle birçok dergide başarılı sokak stilleri arasında da bu dönemlerde gösterilmeye başladınız ve şu an dünya çapında dikkat çeken bir isimsiniz...
Ece S.:
Ben 10 yıl önce Paris Moda Haftası'na gitmeye başladım. Hatta o zaman John Galliano'nun Dior Couture defile kulisine arkadan sızmıştım. İnanamamıştım gördüklerime... Televizyon programı yapmaya başlamışım, bir de kaçak olarak programı çekiyoruz düşünün. Akredite olduğumuz falan yok. Son dakika, halbuki 3 ay önce talep edip, davetiyeni alacaksın, akredite olacaksın, ne gezer... Haydi gidiyoruz deyip, gerilla çekimler yaparken, oradan oraya koştururken, Street Style fenomenliği de başlamış oldu. Bu 10 yıllık sokak stili fenomenliğinin başlangıç anında oradaydım yani ben... The Sartoralist, Tommy Ton gibi bu döneme yön veren fotoğrafçılar ve birçok uluslararası yayın beni fark etmeye ve fotoğraflamaya, yayınlarında Trkiye'yi temsil eden editör olarak yer vermeye başladılar. Yani organik şekilde başladı Ama elbette büyük resimde bir bilinç var ki bu da içimin ve tutkumun sesini dinleyerek hareket etmek.

Aslında bu konuda gençlere çok güzel bir örneksiniz. Uluslararası bir noktaya gelebilmek için ne kadar çalışılması gerektiğini ortaya koyuyorsunuz.
Ece S.:
Bir sürü genç arkadaş geliyor, bu noktaya nasıl geldiğimi soruyorlar. "Ben bunu okuyorum ama aslında başka bir şey yapmak istiyorum" diyorlar. Ben her zaman ilgi duydukları konulara önem vermelerini söylüyorum. Sıkıştıkları zamanlarda hep farklı noktaları sonradan birleştirebileceklerini söyleyerek, onları teşvik ediyorum çünkü hangi kapının açılacağını hiçbir zaman bilemezsin. Biraz esnek bir kafa, vizyon ile büyük resme bakarak hareket edince istediğiniz yola giriyorsunuz. Moda, birbirini çok besleyen alanlardan oluşuyor çünkü. İşin mutfağında da oldum, önünde de oldum. Marka da yarattım, jüri de oldum, editörlük yaptım yıllarca, şimdi yazıyorum. Hepsi bir zenginlik, hepsi birbirini besliyor. Moda öğrencilerine de, tasarım öğrencilerine de ilham olsun diye hep söylüyorum açıkçası bir sürü yolu var, denemekten ve adım atmaktan korkmamaları gerekiyor.

Moda artık çok büyük bir kavram hem dünyada hem de Türkiye'de... Hayatımızı çok etkiliyor. Peki, sizce stil ne demek, stil sahibi olmak nasıl oluyor?
Ece S.:
Stilin en temel tanımı; insanın kendisini ifade etmesi. O sebeple de çok özgün ve bireysel olmalıdır. Moda bir endüstri, bir sektör o zaten etrafımızda var, senin bununla olan ilişkin ise senin seçimin... Orada kendini ifade etmekteki özgürlüğün ve iç sesinle olan bağlantın önemli. Biz Doğu kültüründen geldiğimiz için "aman başkaları ne der" diye bireysel değil, daha kolektif düşünceye önem veriyoruz. Bu yüzden de daha baskı altında olan bir stil anlayışı vardı. Şimdilerde ise çok daha dile geliyor ve içi doluyor, 'bireysellik' kavramının... Şu an stil, moda altın çağını yaşıyor. O yüzden de evet çok fazla doygunluk var ama aradan sıyrılan stiller de var. Özgürlük de, var özgünlük de... Ama her yerde olduğu gibi iyisi de, kötüsü de var. Herkesin kendini ifade etme biçimi başka olabiliyor.

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanmış aydınlatma metnimizi okumak ve sitemizde ilgili mevzuata uygun olarak kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak için lütfen tıklayınız.