Yöntem Akmen İnanç “Çılgın bir Uzakdoğu merakım var”

Başarılı iletişimci Yöntem Akmen İnanç, hayatın kaosundan kaçmak ve dinlenmek için Uzakdoğu felsefesine sığınıyor. “Uzakdoğu merakım beni inanılmaz huzurlu ve mutlu yaparken çok da etkiliyor; sabırları, detaylara verdikleri önem ve tutkularından etkilenme

Yöntem Akmen İnanç “Çılgın bir Uzakdoğu merakım var”

Röporatj: Nazan Ortaç, Fotoğraflar: Burak Teoman

Yontem Communications'ın kurucusu Yöntem Akmen İnanç, yoğun iş hayatından nefes almak için Zen felsefesine sığınıyor. "Çılgın bir Uzakdoğu merakım ve ilgim var, beni inanılmaz derecede huzurlu ve mutlu yaparken çok da etkiliyor; sabırları, detaylara verdikleri önem ve tutkularından etkilenmemek mümkün değil, tabii bunda Buddha'nın çok etkisi var. Turuncu, enerjinin ve huzurun rengi, aynı zamanda yaratıcılık ve güneşi temsil etmesi ile birçok toplumda güven olarak kullanılan ya da var olan ortamlara güç vermesi ile bilinen bir renk" diyen İnanç, Nişantaşı'ndaki dairesini de bu felsefe doğrultusunda dekore etmiş. Evi, Zen ruhuyla kentin kaosundan huzurlu bir kaçış vadediyor. Başarılı iş kadını ile evinde buluştuk ve hem iş hayatını hem de dekorasyon merakını konuştuk...

Öncelikle şunu merak ediyorum; çok başarılı bir iletişimcisiniz ama çok zor bir meslek... Neden iletişim ve marka danışmanlığı yapıyorsunuz?
Her gün iletişim için yatağından kalkan ve bulunduğum her noktada, gördüğüm her yeri, "ben olsam nasıl tanıtırdım" diye düşünenlerdenim. Ekipçe çılgın fikirler, yenilikler ve hiç yapılmamışları düşünebilen ve her gün yaratmak adına can atan bir ajansız. Bir markanın büyüdüğünü görmek, kriz anı, itibar yönü gibi başlıklarında söz sahibi olmak ya da yurt dışına taşıyabilmek bize çok mutluluk veriyor.

Sizce başarılı olmanın sırrı nedir?
Çok çalışmak ve çok çalışmak ama her şeyden önce zamanı yakalamak. Genç, dinamik kalmak ve tecrübeyi yaptığınız her projeye dahil etmek. Gündemi takip etmek, markaların rakiplerini çok iyi analiz etmek ve 'case study'lere bakmak, örneklerle çalışmak çok değerli. Her fikrin bir raf ömrü var, doğru zamanda doğru hedeflerle yapılan işlerin başarı oranı çok yüksek. Başarılı olan işlerimiz, o kapıdan bize güvenen, inanan markalarımızla el ele geçmiş olduklarımız diyebiliriz.

Kendi şirketinizi nasıl kurmaya karar verdiniz?
Senelerce yurt dışında çalışıp ve uzun yıllar kurumsal yerlerde çalıştıktan sonra hem ajans tarafında hem de müşteri koltuğundaki ihtiyaçları çok iyi biliyordum. Bu eksikleri bir tepside sunan kreatif bir çözüm ortağı olabilmek adına ajansı kurmaya karar verdim. Empati kurup markanın ve hizmet verenlerin gerçek ihtiyaçlarını belirleyebiliyorsanız, birer partner olup ve daha keyifli ve başarılı işlere imza atabiliyorsunuz. PR, Türkiye'de çok yanlış tanıtılmıştı ve tüm iletişim ajansları ile kopuk bir düzenleri vardı. Aynı çatı altında bir bütün olarak marka danışmanlığını 360 derece hizmet olarak verebilmek adına ajansımız hayat buldu.

Sizce işinizin en sevdiğiniz ve en zor kısmı nedir?
Dünya ve dengeler hatta iletişim için kullanılan mecra ve öğeler yer değişiyor. İletişim sürekli olmalı ve dinamik kalmalı. Bu nedenle her daim yaratıcı ve fark yaratan projeler geliştirmelisiniz. Bu insanı aktif tutan, yorucu ama çok keyifli kısmı, bir de beni her gün etkileyen kısmı ise yepyeni sektörler ve her gün yeni insanlarla tanışma fırsatı diyebilirim.

Dekorasyona özel bir merakınız olduğunu biliyorum; nedir bu konudaki tutkunuzun kaynağı?
Bu sorunun cevabı annem (gülüyor). Hayatta tanıdığım en gustolu, en zevkli, benim için en aristokrat ve zamanın çok önünde yaşamış bir ruh. Çocukluğumdaki evimizde annem hep çok özel parçaları birleştirir ve özelleştirirdi. Asla herkeste olan ve moda/trend olmuş hiçbir şeyi sevmez, bize de yakıştırmazdı. Herkesin kendi zevki ve tarzı olması gerektiğini benimsememde sanırım katkısı tartışılmaz benim için. Annemin mesleği tasarımdan geçtiği için beni renkler, şekiller ve objelerle her daim sınava sokmasının yanı sıra simetri hassasiyetim de buradan geliyor. Annem bendeki bu merak ve ilgiyi 5 yaşında farkına varıp, dekoratör olmam için sınava bile sokmuştu, çizimim kötü olduğu için arka kapıdan kaçmıştım. Ama ne istediğini çok iyi bilen biri olduğum için, bazen inatçı olduğumu söylerler, ama ben girdiğim ortamda son resmi gördüğüm için bazen çoğu insana bu çok ters gelebiliyor. Özellikle Türkiye'de çalıştığınız ustalar için mesela; ofisimde çok daha mistik ve Uzak doğu esintilerini Capri Palace görüntüsü ile birleştirebildim. Duvar rengini bulmaya çalışırken ustalar buraya bu renk olmaz demişti, bittiğinde en çok konuşulan konu oldu ya da şu an salonumuzdaki siyah duvar kağıdı da aynı şekilde. Bazen tüm resmi baştan görmek lazım.

Ne zamandır bu evde oturuyorsunuz?
Yaklaşık 3 senedir bu evde oturuyoruz. Daha evvel rezidansta oturduğumuz için bu ev gerçekten aradığımız her şeyi bize fazlasıyla sunması ile hayatımıza renk kattı.

Bu daire ve semti seçme nedeniniz neydi?
Bu cadde çocukluğumun geçtiği bir cadde olması, özellikle şu an oturmakta olduğumuz dairenin karşı apartmanında zamanında akrabalarımızın da oturuyor olması ve çocukluğumdan itibaren bölgede herkesi tanıyor olmam ve iş yerime yürüme mesafesi olması tabii ki altın değerindeydi. Babam yeni vefat etmişti ve hayatı sorguladığımız, tam da o zamanda rezidans hayatından çıkıp, daha sıcak bir ortam arayışındayken denk geldik.

Daireye girmeden önce nasıl bir tadilattan geçirdiniz?
Komple değiştirdik diyebilirim. Hemen her şeyi söktük ve su borusundan tavandaki kartonpiyerlere, kapıları, kablo sistemini, klima hatlarını, banyo, mutfak hepsini değiştirdik. Sıfırdan yaptık. Eşim en az benim kadar mükemmeliyetçi bir karaktere sahip, bu da bizi çoğu zaman çok zorluyor. Bu beraber 5. projemiz olduğundan sonunda birbirimizi daha iyi dengelemeyi de öğrendik. O altyapıdan sorumlu ve söz sahibi, ben dekorasyon, simetri ve konseptten (gülüyor)... Alanlarınızı ve ne istediğinizi belirlerseniz ve müthiş sizi anlayan bir ekiple çalışırsanız, bence ev dekore etmek dünyanın en zevkli işi.

Bu süreç nasıl gelişti?
Bundan önceki evimizde mutfağımız oldukça geniş ve bizim için buluşma noktası olmasından dolayı çok kıymetliydi. Aynı ortamı burada da yapmak bizim için en değerli noktaydı. Sonuçta çok klasik bir Nişantaşı binasındasınız, yapabilecekleriniz aslında sınırlı ama biz maksimumda konfor ve işlevselliği ön planda tutup, ev sahibimizin bile inanamadığı bir daire oluşturduk. Bu kadar eski bir dairede asla kabloları görmüyorsunuz, bu bence en şahane kısmı.

Daire tamamen sizin zevkiniz ve detaylarınızla şekil almış. Bir önceki evinizden nelerin buraya daha çok yakıştığını düşünüyorsunuz? Sizin için olmazsa olmaz noktalar nelerdi?
Tabii ki rahat ve kullanışlı olması en önemlisi idi. Eşim de, ben de yemek yapmayı çok seviyoruz ve sık sık evde dostlarımızla olmayı çok sevdiğimizden, uzun, geniş rahat ve samimi bir masa ve geniş hep beraber oturabileceğimiz bir L koltuk ilk tercihimizdi. İlk evimizin ayrıca fazlasıyla geniş salonunda bu konsepti konumlandırmak pek zor olmamıştı. Burada birkaç faklı şekli denedikten sonra son haline karar kıldık. Bence bazen zamansız ve yıllar geçse de kalitesinden ve görüntüsünden ödün vermeyecek ana parçalar salonunuzun bir parçası olmalı. Ve salonumuzdaki en sevdiğim, bizim için manevi değeri çok büyük olan Haiti'den alınmış tablomuzun yeri ve konumlandırması çok önemliydi. Onu doğru yere yerleştirince gerisi kolay oldu.

Evinizde hakim renk siyah ve beyaz... Dekorasyonda zor renkler olmasına rağmen bunları tercih etme nedeniniz neydi?
Benim bakış açıma göre hayat siyah ve beyaz aslında ve her gün o aradaki geçiş renklerini aramak ve bulmak için uyanıyor ve çalışıyoruz. Beni hep etkileyen iki renk olmasının yanı sıra çok asil ve zarif buluyorum. Evet, gerçekten de dekorasyonda kullanmak için çok zor ama bunu çok iyi başaran markalar da mevcut dünyada Jo Malone, Chanel gibi... Fazla beyaz ile tasarlarsanız hastane hissi veriyor, çok siyah kullanırsanız da çok baskın olmasıyla, bir ev ortamında, hele ki İstanbul gibi zorlu şartlarda bakımı gerçekten imkansızlaştırabiliyor. O yüzden hayat ve bizim ev kısaca Yin Yang (gülüyor)...

Turuncu detaylar çok öne çıkıyor ve siyah-beyazı dengeliyor... Turuncu tutkunuz nereden geliyor ve seçtiğiniz objeleri anlatır mısınız?
Çılgın bir Uzakdoğu merakım ve ilgim var, beni inanılmaz derecede huzurlu ve mutlu yaparken çok da etkiliyor; sabırları, detaylara verdikleri önem ve tutkularından etkilenmemek mümkün değil, tabii bunda Buddha'nın çok etkisi var. Turuncu, enerjinin ve huzurun rengi, aynı zamanda yaratıcılık ve güneşi temsil etmesi ile birçok toplumda güven olarak kullanılan ya da var olan ortamlara güç vermesi ile bilinen bir renk. Turuncuyu sadece detay olarak kullanabilirsiniz, fazlası sizi yorar ve bu kadar etkilemez. Optimist bir renk olmasının yanı sıra herkesi gülümseten içini ısıtan bir renk; ben de bu kadar siyah-beyaz bir ortamda tam da bunu yakalamak istedim. Seçtiğim objeler tapınak kase kapları ve düğünlerde kullanılan takı kapları, 3'lü Buddha setinde: 1 adet Buddha ve iki öğrencisi pirinç kabı taşıyorlar. Çok özel bir mumya Buddha var kütüphane kısmında, o Tayland Kraliçesi'nin öğretmenin birebir mumya kopyası; çok özel bir parça.

Eviniz sizin için ne ifade ediyor?
Her şeyi... Öncellikle konfor ve huzuru ifade ediyor. Ev, sonunda sizin hem güven hem de oyun alanınız. Dilediğiniz gibi ve olabildiğinizce özgür olabilmemiz gereken tek ortam. Çok çabuk dağılabilen ve inanılmaz derece de çabuk toparlanabilen konforlu bir yaşam alanı olduğu için evde olabilmek çok mutlu ediyor.

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanmış aydınlatma metnimizi okumak ve sitemizde ilgili mevzuata uygun olarak kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak için lütfen tıklayınız.