
Bu stratejik konumu nedeniyle tarih boyunca farklı kültürlerin etkisi altında kalmış; kimi zaman Alman, kimi zaman Fransız yönetiminde bulunmuş ve sonunda bu iki kültürün harmanıyla eşsiz bir kimlik kazanmış. İşte bu yüzden, sokaklarında dolaşırken bir kafede Fransız şıklığını, birkaç adım ötede Alman düzenini hissedersiniz. Strasbourg için, Avrupa’nın kalbinin attığı yer denebilir; çünkü Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi burada yer alır. Yani şehir, masalsı güzelliklerinin yanında kıtanın geleceğine yön veren kararların da alındığı bir merkezdir.
Orta Çağ’dan kalma dokusunu, Avrupa’nın modern kimliğiyle harmanlayan Fransa’nın Strasbourg şehri, tarih, doğa, kültür ve gastronomiyi bir arada deneyimleme imkanı sunuyor.
Yazı: Şerif Ercan
Strasbourg’un tarihine kısaca bakıldığında, Roma döneminden bu yana önemli bir ticaret noktası olduğu görülür. Orta Çağ’da zenginleşen şehir, gotik mimarinin başyapıtı Notre-Dame Katedrali ile gücünü göstermiş. Fransız Devrimi’nin ardından modern bir kimlik kazanan Strasbourg, bugün hem tarihini koruyan hem de Avrupa’nın modern yüzünü sergileyen bir şehir. Şehri keşfe çıkmak için en iyi başlangıç noktası Petite France olmalı. Kanalların etrafına dizilmiş ahşap çatılı rengârenk evleriyle burası, masal kitaplarının sayfalarından çıkmış gibi. Taş köprülerden geçerken sulara düşen yansımaları seyretmek, Stras - bourg’un ruhunu anlamanın en güzel yollarından. Biraz ilerlediğinizde sizi şehrin kalbi olan Notre-Dame Katedrali karşılıyor. 142 metrelik görkemiyle göğe yükselen bu gotik şaheser, vitray pencereleri ve astronomik saatiyle ziyaretçilerini büyülüyor. Katedralin kulesine çıkıp şehri kuşbakışı izlemek de çok keyifli oluyor.
Şehrin çağdaş yüzünü görmek için Avrupa Mahallesi’ne gitmelisiniz. Avrupa Parlamentosu’nun cam ve çelikten dev binası, Strasbourg’un yalnızca tarihi değil, geleceği de kucakladığını gösteriyor. Ancak modern yapılar arasında dolaştıktan sonra Orangerie Parkı’na uğramayı ihmal etmeyin; özellikle sonbaharda sarı ve kırmızının tüm tonlarına bürünen ağaçlarıyla park, şehirde huzurun adresidir. Burada yürürken Strasbourg’un sembolü olan leylekleri görmek de ayrı bir keyif.
Strasbourg’u yılın her döneminde ziyaret etmek mümkündür ancak şehir özellikle sonbahar ve kış aylarında büyüleyici bir atmosfere bürünüyor. Sonbaharda kanallar boyunca uzanan ağaçların yaprakları altın ve kızıl renklere dönerken, romantik bir görüntü oluşturuyor. Serinleyen havada bir kafeye oturup ince hamurlu tarte flambee tatmak, sonbaharın keyfini çıkarmanın en lezzetli yollarından biri.
Kışa gelindiğinde ise Strasbourg tüm Avrupa’nın gözlerini üzerine çeker. Çünkü şehir, Noel’in başkentidir. Her yıl kasım sonunda kurulan Christkindelsmarik, Avrupa’nın en eski Noel pazarı olarak bilinir. Place Kleber’deki devasa yılbaşı ağacı ve ışıklarla süslenmiş meydan, adeta bir peri masalına dönüşür. Ahşap stantlarda el yapımı süs eşyaları ve tarçınlı kurabiyeler sizi karşılar. Kar yağdığında ise katedralin gotik silueti ve Petite France’ın ahşap evleri kartpostal güzelliğine bürünür. Strasbourg, Fransa’nın en özel mutfaklarından birini sahip. Alsace mutfağı, Fransız zarafetini Alman doyuruculuğuyla birleştirir. Bir öğlen yemeğinde incecik hamur üzerine krema, soğan ve pastırmayla hazırlanan tarte flambee sipariş edebilirsiniz. Daha ağır bir akşam yemeği için ise lahana turşusu ve çeşitli etlerle hazırlanan choucroute garnie tam bir klasik. Soğuk kış günlerinde ağır ağır pişirilen baeckeoffe güveci sizi ısıtırken, tatlı olarak bademli ve üzümlü taç şeklindeki kouglof, kahve yanında çok iyi gider.
Strasbourg, bir şehri gezmekten çok daha fazlasını sunuyor. Sonbaharda altın yaprakların arasında yürürken hissettiğiniz dinginlik, kışın ışıl ışıl sokaklarda duyduğunuz coşkuya dönüşüyor.