
'Kendi oyunumuzu kendimiz yazdık'

'Kendi oyunumuzu kendimiz yazdık'

Röportaj:Elif AKTUĞ
Fotoğraflar:Haydar ERÇİN
Neredeyse doğdukları andan itibaren tiyatronun içindeler. Kuliste oyun izleyerek, hatta çoğu oyunu ezberleyerek geçirdikleri çocukluk dönemi onlar için sahne ışıltısı ve alkış demek. Küçük yaştan itibaren anne ve babalarıyla sahnede rol aldılar, oyunculuk onlar için kaçınılmaz bir kaderdi. Ünlü tiyatrocular Derya Şensoy ile Ferhan Şensoy'un kendi adlarını taşıyan kızlarından söz ediyorum. Ferhan sinema tiyatro okudu, çoğu zaman ikizi zannedilen kardeşi Derya ise grafik tasarım. Dizilerle başlayan şöhret yolculuğu onları tiyatrodan koparmadı; iki kardeş el ele verdi ve Ses Tiyatrosu'nun 130. kuruluş yılında Ferhan'ın yazdığı müzikli oyunla seyirciyi selamladılar. 'Pera'daki Hayalet' adlı oyunda 11 kişilik bir kadroyla sahneye çıkan Şensoy kardeşlere 6 kişilik bir orkestra eşlik ediyor. Şensoy kardeşlerle işte bu oyunu, başka neler yaptıklarını ve hedeflerini konuştuk.
'Kendi oyunumuzu kendimiz yazdık'

Bu oyun fikri nereden çıktı?
Derya Şensoy: Oyun fikri bir anda oluşmadı tabii. Son üç senedir ablam ve babamla aklımızda olan bir şeydi bu. Babam bize "Yazın" diyordu, biz de "Sen yaz biz oynayalım" diyorduk. Babam da bize "Kendi oyununuzu sizin yazmanız lazım, ben sizin dertlerinizi, sizin jenerasyonunuzu sizin kadar iyi bilmiyorum" diyordu. Haklıydı da. Biz de çok uzun bir süre kafa yorduk bu konuya ve Ferhan çok kısa bir sürede yazdı oyunu. Ama çok uzun bir beyin fırtınası dönemi geçirdik. Oyunu Ferhan yazdı ve sahneye koydu. Müzikli bir oyun bu, ben de şarkıların çoğunu yazdım ve oyunun dekorunu yaptım.
Ferhan Şensoy: Herkes çok şaşırdı. Bu kadar kısa sürede oyun mu yazılır diye. Ama aslında çok uzun bir birikmişliğin sonucu yazdım oyunu. Kafamda yazmıştım yani aslında, kağıda döktüm hızlı bir sürede.
Neden ilk oyun için 14 Mart'ı seçtiniz, özel bir tarih miydi sizin için?
D. Şensoy: 14 Mart Ortaoyuncular'ın kuruluş yıldönümü, aynı zamanda bu yıl Ses Tiyatrosu'nun da 130. yılı.
F. Şensoy: Biraz uğur yaptık biz bunu kendimize. O yüzden de aslında daha zamana yayılabilecek bir prova temposunu biz iki katına çıkardık diyebilirim.
Anne-babanız ne kadar karıştı oyununuza, abiniz de işin içinde mi?
F. Şensoy: Annem de babam da olabildiğince uzak durmaya özen gösterdiler başından beri, müdahale etmemek için. Ama tabii her sıkıştığımız konuda da oradaydılar. "Baba biz bunu çözemedik nasıl yaparız?" dediğimiz de hep gelip yardımcı oldu.
D. Şensoy: Annem bizim ailenin acil servisi gibi zaten. "Anne koş şunu yapamadık" dersin hemen koşar gelir, çözüm üretir. Abimiz Mert her ikisinden de çok işin içindeydi. Birçok sorunu abimle çözdük. Onlar da bizim kadar heyecanlılar. Bizi bu süreçte bir an yalnız hissettirmediler. En önemlisi de bu.
Babanızın yazdığı bir oyunla başlasanız sanki daha mı risksiz olurdu? Kendinizi risk almış ve baskı altında gibi hissediyor musunuz?
D. Şensoy: Babamın çok spesifik bir üslubu var. Babamın yazdığı bir oyunu onun üslubuyla oynamak gerekir ki bu da hiç risksiz ve kolay bir durum değil bana sorarsanız. Bu yüzden de ısrar etti bize hep, "Kendi oyununuzu kendiniz yazın" diye. Ferhan'ın da çok kuvvetli bir kalemi var, babasına çekmiş. İlk defa bir oyun yazdı ve sahneye koydu, tabii ki burada bir risk alıyorsunuz, fakat risk almadan yapılamaz ki bu iş. Bir yerden başlamak gerekiyor. İyi bir oyun yazdı, karşılığını da alacağını düşünüyorum ben.
F. Şensoy: Derya'nın dediği gibi babamın yazdığı bir oyunu onun üslubuyla oynamak lazım. Üstelik onun kemikleşmiş bir Ortaoyuncular kadrosu var, biz yeni bir ekip oluşturduk. Burada Ortaoyuncular ve yeni arkadaşlarımızla karma ve çok farklı bir ekip oluşturduk.
Çocukluğunuzdan beri "Bir gün gelecek bu sahnede ben olacağım" duygusu var mıydı içinizde?
D. Şensoy: Biz bu tiyatroda büyüdük. Buranın büyüleyici bir atmosferi var. Burada büyüyüp bunu akıldan geçirmemek imkansız. Bu bizim hep hayal ettiğimiz bir şeydi. F. Şensoy: Yani hep müzikli, orkestralı, kalabalık kadrolu oyunlar. Hep bunu hayal etmiştik, biz de böyle bir oyun yapalım istiyorduk. Sonunda oldu. Müzikli, canlı orkestralı bir oyunumuz var artık.
Kalabalık bir kadronuz var, orkestra da kalabalık. Nasıl bir araya gelindi, ekip nasıl oluştu?
F. Şensoy: 11 kişilik bir oyuncu kadromuz var, 6 kişilik de bir orkestramız var. Bu işe bizim kadar inanan ve gönül veren bir ekip bir araya geldi. Tanıdığımız, sevdiğimiz oyuncu arkadaşlarımızdan oluşan bir ekip. Çok doğru bir ekip oluşturduk.
D. Şensoy: Hiç kimse bir tesadüf sonucu burada değil tabii ki, müzikli bir oyun yapıyoruz bunu da göz önünde bulundurarak oluşturulmuş, profesyonel bir kadro.
Şarkı da söylüyorsunuz, nasıl çalıştınız, şarkı söylemek zor değil mi?
D. Şensoy: Şarkı söylemek bambaşka bir şey. Başlı başına zor bir olay yani. Mikrofonsuz, canlı orkestrayla şarkı söylemek de çok çalışmayı gerektiren bir durum. Çok yoğun bir çalışma gerektiriyor, çalıştık da.
F. Şensoy: Bu konuda da vokal koçumuz Carmen Yeşiltepe bize çok yardımcı oldu. Müzik direktörümüz Cem Öget'de çok büyük bir sabırla tek tek çalıştırdı hepimizi. Onlara çok teşekkür borçluyuz.
İlk gün sizi kimler izledi sizi, heyecanlandınız mı?
D. Şensoy: Heyecan olmaması mümkün mü! Hala çok heyecanlıyız ama çok güzel heyecanlar bunlar. Ailemiz, arkadaşlarımız ve seyircimiz izledi ilk gün.
Dizi oyunculuğu devam edecek mi, ekranda da sahnedeki kadar mutlu musunuz?
D. Şensoy: İçime sinen projelerle devam edecek tabii ki. Mutluyum sahneye çıkacak olmaktan, bu bambaşka bir duygu. Canlı bir performans sergiliyorsunuz, geri dönüşünü o an alıyorsunuz. Çok güzel bir his bu. Ekran da başka bir heyecan.
F. Şensoy: Edecek tabii. Ama ikisinin farklı mutlulukları var bence. Tiyatroda bambaşka bir duygu yaşıyor insan. Oyunun sonunda selama çıkıp alkış almak tarif edilemez bir duygu, aşık olmaya benzetiyorum ben bu duyguyu. Tarif etmek çok zor.
Birbirinize karışır mısınız, akıl verir misiniz? Abla-kardeş rolleri değişir mi aranızda?
D. Şensoy: Hep. Biz birbirimizin her şeyine karışırız, ne giydiğimizden ne yediğimize kadar. Çok sık rollerimiz değişir. Ama Ferhan benim her zaman küçük annemdir. Çocuğu gibi ilgilenir benimle. Çok düşkünüz birbirimize, konuşmadan anlaşabiliyoruz artık. Benim yüzüm asılırsa onun yüzü de asılır. Onun yüzü gülerse benim de yüzüm güler.
F. Şensoy: Biz çok düşkünüz birbirimize, arkadaşlarımız sosyal çevremiz de ortak. Sürekli beraberiz ve bundan çok mutluyuz. Bu kadar çok vakit geçirince rollerin değiştiği durumlar da yaşıyoruz tabii.
'Kendi oyunumuzu kendimiz yazdık'

Sizi anne ve babanızla kıyaslayacaklarını hiç düşündünüz mü? Acımasız bir sektörün içindesiniz...
D. Şensoy: 'Kıyaslamak' kelimesi burada doğru değil bence. Biz daha yolun başında iki insanız. Annem ve babam bu yolda kendilerini kanıtlamış, bu yolda ilerleyen tüm gençlerin ustası, rol modelleri. Bizim de her konuda örnek aldığımız iki insan. Neyimi kıyaslayabilirler ki, babam bundan 100 sene sonra da edebiyat kitaplarında, tiyatro tarihi kitaplarında ismi geçecek bir oyuncu, yönetmen ve yazar, dolayısıyla bu anlamsız bir kıyaslama olur, böyle bir kaygı taşımıyorum.
F. Şensoy: Evet, böyle bir kıyaslanma endişesi içinde değiliz.
'Kendi oyunumuzu kendimiz yazdık'

Oyun neyi anlatıyor, sadece gençler mi izlemeli?
F. Şensoy: Ünlü olmakla, daha doğrusu 'olmakla' kafayı bozmuş gençlerin hikayesi, hikayemiz. Bizim jenerasyonumuzun, bizim 'dejenerasyonumuzun' hikayesi.
D. Şensoy: Bizi ve hepimizi anlatıyor oyunumuz. Herkes izlesin isteriz.
Ailece rol alacağınız bir proje gelse mesela; nasıl bakarsınız?
D. Şensoy: Olabilir neden olmasın. Biz birlikte çalışmaktan çok keyif alıyoruz.
F. Şensoy: Bence de, neden olmasın... Hatta çok da güzel olur.