''Başarının sihirli bir formülü yoktur; emek ve fedakarlık gerektirir''

Avukat Devrim Nur Kayabalı ile mesleki değerleri, hayattaki prensipleri ve kariyer yolculuğunun az bilinenlerini konuştuğumuz keyifli bir sohbeti paylaştık.

Devrim Nur Kayabalı ''Başarının sihirli bir formülü yoktur; emek ve fedakarlık gerektirir''

RÖPORTAJ İREM ORHAN 

FOTOĞRAF SERHAT HAYRİ

STYLING DİLARA İPEK SATIR 

SAÇ, MAKYAJ DIDEM OCAK

MEKAN İÇİN SOFITEL İSTANBUL TAKSİM’E TEŞEKKÜR EDERİZ.


Hayatta her zaman ne istediğini iyi bilen, tutkularının peşinden gitmeyi seven biri Avukat Devrim Nur Kayabalı. Öyle ki; mühendislik üzerine lisans eğitimi alırken, bir anda karar değiştirip, hukuk bölümüne geçiyor. Bu değişikliğin sebeplerini ise, “Tohumumdan gelen kökler, toplum için daha faydalı olmamı söylüyordu, yani bundan daha fazlasını yapmam gerektiğini... Ben de bölümü bıraktım” diye özetliyor. Çalışkan, prensipli ve en önemlisi dürüst bir meslek insanı kendisi. Ekip çalışmasına güveniyor, inandıkları uğrunda adım atmaktan çekinmiyor. Kariyer yolculuğunda, başarısı sürekli yükselen bir ivme gösteren Avukat Devrim Nur Kayabalı ile mesleki değerleri ve güncel kariyer planları üzerine konuştuk.


Önce sizi biraz tanıyarak başlayalım; nerede, nasıl bir çevreye doğdunuz, eğitim hayatınız nasıl geçti? Büyüdüğünüz yer ve içinde bulunduğunuz çevrenin, şu an olduğunuz kişiye etkileri hakkında neler düşünüyorsunuz?

İnsan, çevresinin bir ortalaması, ailevi köklerinin bir uzantısıdır. Hiçbir insan yoktur ki, doğduğu coğrafyadan ayrık ve bağımsız düşünülsün. Ben, Zonguldak ilinde büyüdüm, nam-ı diğer Karaelmas. Küçük ama özgürlükçü ve aydın bir il, emeğin ili. Ailemde farklı görüşlerden olmakla birlikte, alt ve üst farklı mevkilerde ve farklı görüşlerde siyaset ile uğraşan çok kişi vardı, gündeme aşina bir bilinçle büyüdüm. Eğitim- öğretim hayatımın lisans kısmı önce İstanbul Teknik Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Mühendisliği’nde başladı. Evet, sayısal çıkışlıyım. Tohumumdan gelen kökler, toplum için daha faydalı olmamı söylüyordu, bundan daha fazlasını yapmam gerektiğini... Ben de bölümü bıraktım ve Okan Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne geçtim. Lisans eğitimimi orada tamamladım.



Peki, Hukuk eğitimi almayı tercih etme sebepleriniz neler? Bu mesleği seçmenizin sizin için özel bir anlamı var mı?

Ailemde siyasetçi, tacir, doktor ve mühendis birçok meslek grubuna mensup insan var ancak hiç hukukçu yoktu. İnsan, isminin özelliklerini taşır derler ya hani, ruhumda hep yapılmayanı yapmak, bir şeylere öncü olmak gibi bir istek vardı. İlk ben yapacağım, ilk olacağım... İşin egosal kısmı bir tarafa; ben kavgadan hiç korkmadım. Şu an bile meslek hayatımda görüşmeye ilk kez gelen müvekkiller utanıp, sıkılarak “Ya Avukat Hanım benim şöyle bir sorunum var” dediklerinde gülümseyerek, “Ne güzel işte, sorunsuz hayat mı olur? Bunda utanıp sıkılacak ne var, bir sorununuz olmasa idi endişe etmeniz gerekirdi, sorun varsa mutlaka çözüm de vardır” derim. İnsan olarak bizler farklı karakterlere sahibiz. İyi veya kötü özelliklerimiz var. Ben, kendini müdafaa edemeyenlerin sesi olup, yanlışlara dur demek ve ciddiye alınmak istedim, zannediyorum. Yanlış giden sistemlere “hoop” diyebilmek için bir title’ım olsun istedim. Tabii, yanlış kime göre yanlış, kime göre değil. Bana göre bunun tek bir cevabı da yok. 10’lu yaşlarda okuldan eve giderken, evin önündeki fırının önünde 15-16 yaşlarında bir çocuğun darp edildiğini gördüm, olaya karışıp sorduğumda “Ekmek çaldı” denildi. “Neden” dediğimde ise karnı açmış, cevabını duydum. TCK’na ve o fırıncıya göre bu bir suçtu ama bana göre değildi. Şimdi bunu okuyan meslektaşlar diyecekler ki, “Üstad, ağır ihtiyaç halinde hırsızlık suçu oluşmaz TCK Md 147 (...) hatalı bilgi vermeyelim.” O zaman sorulmadan cevabı verelim, onu şu an biliyoruz ancak 10’lu yaşlarda bilebilmem mümkün değildi.


Size göre adaletin sağlanmasında avukatların ne gibi rolleri vardır? Sizin gözünüzde adalet nedir?

Öncelikle kitabı doğru okumak gerekir. Avukat, adaletin timsali değil; belli hak ve kişilerin savunucusudur. Biz üzerimize cübbeyi temsil ettiğimiz kişi/grupları savunmak için giyeriz. Dolayısıyla, bizim için adalet, inandığımız ve savunduğumuz kişi/grupların haklılığını mahkeme önünde ispatladığımızda gerçekleşmiş olur. Salt, yani herkes için adalet, objektif ve bağımsız yargı erkleri ile siyasiler için söz konusudur, bizim için değil. Tabii bazı ihtilaflarda yasal mevzuatları kurcalarken artık zamanı dolmuş, geçerli olmayan bizim dosyamız veya değil, herkes için faydalı ve önemli birtakım mevzuatlara rastladığımızda, ilgili yasanın iptali ve regülasyonu için dava açarız. Burada belli bir kişi/grup değil; toplum menfaatini önemseriz. Adalete katkımızı en yoğun bu gibi durumlarda gösteririz. Tabii, bu bizim yoğurt yiyişimiz, ekip olarak. Benim adalet anlayışım biraz serttir. Haklı olana hakkını, haksız olana haksızlığı yaşatmaktan ibarettir. İyiye iyi, kötüye kötü.



Sizi daha yakından tanıyalım isteriz. Uzmanlık alanlarınız nelerdir, meslek hayatınızda en çok hangi dava türleri ile ilgileniyorsunuz? Neden bu alanları tercih ettiniz?

Kamu Hukuku’nun tüm alt dalları (ceza, idare, vergi) özellikle Ceza Hukuku, Fikri ve Sınai Haklar ve Özel Hukuk içerisinde Uluslararası Ticaret Hukuku... Biz bildiğimiz işi yapan, bilmediği işi bilenine bırakan bir anlayışla ilerliyoruz. Bir insanın her alanda başarılı olması mümkün değil. Siz her şeyi bildiğinizi iddia ettiğinizde bu samimi bir iddia olur mu? Kesinlikle değil... Peki, neden bu alanlar? Biraz yeteneğin evrimi, biraz da hayatın gidişatı... Çok klişe bir söylem vardır bilirsiniz; siz elmayı sevdiğiniz için elma da sizi sevmek zorunda mıdır? Değildir, bir işi sevmek başka, iyi yapmak başka şeydir. Mesleki alanlarımızı, yeteneklerimize göre geliştirdiğimizde siz istemeseniz de başarı sizinle olur. Bu meslekte tüm alanların belli gereklilikleri vardır. Örneğin; uluslararası ticaret hukuku bol seyahat, yabancı dil bilgisi ve ulusların tarihine vakıfiyet ister... “Ay benim çocuğun okulu vardı, ben şimdi nasıl gideyim” derseniz bu, sektör sizi zorlar anlamına gelir. Bir işi masa başından yönetmek zor iştir. Sahada olmanız gerekir. Sahaya gidecek en alt kademeden en üste kadar, işin işleyişini bileceksiniz. Eğer bilmezseniz denetleyemezsiniz de. Bir işin mutfağına girmeden restoranında yemek yiyemezsiniz.


Sektörlerinizden ve kişilerdeki bazı inanışları kırmanın zor olduğundan bahsettiniz. Biz, tüm bunlar için çok emek sarf ettiğinizi çok iyi biliyoruz. Peki, tüm bunların üstesinden nasıl geliyorsunuz? İnsanların size bu denli güvenmesindeki temel etkenler neler?

Onları anlıyorum. Ve onları kendi doğup büyüdüğüm coğrafyaya göre değil, onların doğup büyüdüğü coğrafyaya göre değerlendiriyorum. Empati kuruyorum. Anlamak başka, desteklemek başka. Şöyle bakın konuya; doğduğu andan itibaren kırmızı rengin uğursuzluk getirdiğine inanarak büyütülen bir bireyi baz alalım. Bu bireyi yetişkin yaşlarda kırmızıdan nefret ettiği için suçlayabilir misiniz? Kesinlikle hayır. Veya aynı cinsler arası ilişkinin yasak olduğu anlatılan ya da normal olduğu öğretilen... Coğrafya biraz da kaderdir. Ve insan fotosentez ile büyüyen bir varlık değildir. Beşeri bir varlık olarak etkileşim halindedir; ilk öğrendiği doğru ve yanlışlar da onlara aileleri tarafından kodlanır. Ailelerine de kendi aileleri tarafından... Bunun doğrusu ve yanlışı yoktur; bunlar inanıştan inanışa değişen muğlak kriterlerdir. O yüzden ben olaya A mezhebi, B ülkesi değil ‘insan’ kavramından yola çıkarak yaklaşıyorum. Muhatapların hepsi insan mıdır? Evet. Konu benim için burada noktalanıyor demektir. Tabii, bu kültürel farklılıklara bu kadar geniş bir pencereden bakabilmek için kültürleri yakinen tanımak gerekir. Çok gezip, çok görmek. Çok dinlemek... Aynı frekansı ve dili yakalamak. Ne demiştik bir önceki soruda, “Biz cübbeyi belli kişi/gruplar için giymekteyiz.” O zaman o cübbeyi giydiğimizde yerine göre o kişi/grup olmayı bilmemiz gerekiyor. Ben bir ihtilafta savunuculuk yaparken yerine göre bir Fatih, yerine göre Rus bir Elena olmalıyım. Onları kendi yaşam alanlarından yola çıkarak savunmalıyım.



Gerçekten zor bir mesleğiniz var. Sorun, sizin mesleğinizin ana teması. Peki, psikolojik olarak davalarınızdan etkilenmiyor musunuz? Karşılaştığınız olaylar karşısında kendinizi nasıl koruyorsunuz?

Etkilenmez olur muyum? Özellikle ülkeler arası saat farkları veya ceza hukukundaki dağınık saatler düzenli bir hayata entegre olmamda, sosyal hayatımı idame ettirmemde büyük engeller teşkil ediyor. Dosyalar içindeki bulgular da bizi zorlayabiliyor. Dosya karşı tarafları, bazen bizi birer kamu görevlisi olarak değil, kendi hasımları gibi de görebiliyor... İşinizi doğru yapıyorsanız, bu mesleğin yan zorlukları gerçekten çok fazla. İlk kez ve çok samimi bir anekdot paylaşacağım sizlerle. Profesyonel desteklere de ihtiyaç duyuyoruz bazen. Sonuçta psikoloji, hukukun ayrılmaz bir dalı. Ve eskilerin anlatımıyla hiçbir terzinin kendi söküğünü diktiğini görebilmiş değiliz. Hiç unutmuyorum, 3-4 yıl evvel inanılmaz ciddi uyku sorunları yaşıyordum. Uyuyamıyorum, uyanamıyorum, kabuslar görüyorum... Ben bir uzmandan görüş almalıyım dedim kendi kendime... Seanslar geçiriyoruz, hoca en son şu kanaate vardı benimle ilgili; “Sen dava dosyalarını o kadar içselleştiriyorsun ki, başarısızlık senin en büyük korkun, rüyanda bile onlarla mücadele ediyorsun, müvekkillerinin yerine geçiyor ve onlara yapılan haksızlıklara kendine yapılmış gibi öfkeleniyorsun” dedi ve ekledi; “Bir davam olursa kesinlikle senindir, beni annemden daha çok koruyacağına eminim.


Ama sana iyi gelen bir şeyler bulmalıyız.” Spor denedik, alışveriş denedik, ne denesek olmuyor... En son hoca bana boş zamanlarımda insanlar ile etkileşimde olmadığım bir aktivitenin iyi geleceğine kanaat getirdi. Bana haftada iki gün azami olarak, kendine yemek yap dedi. “Biraz da kendin için bir şeyler yap ve insanlardan uzak dur” diye de ekledi. Başlangıçta güldüm. Ama pek tabii uzmanlığına saygımdan denedim. İnanılmaz şaşırtıcı şekilde bana çok iyi geldiğini gördüm. Hatta fena da sayılmazmışım yemek konusunda. Birçok farklı röportajda avukat olmasaydım kesinlikle aşçı olmak isterdim cevabını veriyorum. Gerekçesini de ilk kez sizinle paylaşıyorum. Mesleklerimiz dışında bizlere iyi gelen şeyleri keşfetmeli, kendi yetenek ve sınırlarımızı çizmeliyiz. Ve her ne olursa olsun en azından iki iş gününü sadece kendimize ve bize iyi gelen şeylere ayırmalıyız. Benim motivasyon kaynaklarımdan en büyüğü budur.


Devrim Hanım, medyaya intikal eden büyük dava dosyalarında rol aldığınızı ve başarılı olduğunuzu biliyoruz. Bu yaşta bu başarıları nasıl sağladınız?

Çok da küçük sayılmam ya da bana mı öyle geliyor acaba... Mükemmel bir soru sordunuz. Neden bu yorumu yaptığımı açıklayayım; biz ne yazık ki; oturduğumuz yerden hiçbir gayret göstermeksizin insanları eleştirmeye alışmış bir toplumuz. Saat 10.00’da uyanır; 06.00’da sosyal medya üzerinden paylaşım yapan insanların paylaşımlarını kötüleriz. Benim nazarımda, bir kulvarda aynı gayreti göstermemiş insanların birbirleri hakkında yorum hakkı dahi olmamalıdır. Ben özel ve sosyal hayatını kamuya açık yaşayan bir birey değilim. Bunu bazen sevdiklerimi koruma içgüdüsüyle bazen de insanlarla kırmızı çizgimi koruyabilmek adına yapıyorum. Bir işte ne kadar gizem varsa, o kadar yoruma açıklık vardır. Şunu duyduğum çok oldu, “Güzel kadın ya, genç ya, yapmıştır işte...” Yok öyle bir şey. Kimse bana güzel olduğumu düşündüğü için ödeme yapmıyor, kimse bana genç olduğum için kaderini teslim etmiyor. Bunlar mahalle dedikoduları. Emeksiz yemek olmaz. Bizde kolay gelmedik bugünlere. Üniversite hayatımda dahi, herkes arkadaşlarıyla gece eğlenmeye giderken ben iki farklı yerde staj görüyordum. Sabah fuarlara gidip para kazanıyordum, uyumuyordum. Başarının sihirli bir formülü yoktur; çalışacaksınız, kafanız da az çok stratejiye basacak, formül budur. Emek vereceksiniz, fedakarlık yapacaksınız...



Yıllardır değişmeyen güçlü bir stiliniz var. Tüm bu yoğun hayat temposunun içinde her daim özenli görünmeyi nasıl başarıyorsunuz?

Giyim, insanın söz hakkı olmadığı yerlerde (caddede, yolda, sokakta) kendini ifade etme şeklidir bence. Önce kendine, sonra muhataplarına saygıdır. Giyim, kişiliğin fiziki dışa vurumudur. Beni hiç tanımadan, beni hiç dinlemeden, sadece gördüğünüzde nasıl bir birey olduğumu ve ne iş yaptığımı analiz edebilmeniz gerekir. Ya da nelerden hoşlanıp, hoşlanmadığımı... Karakterin olmazsa olmaz bütünleyicisidir stil. Bizim büro içerisinde kıyafet yönetmeliği vardır. Kendi mesleğimi, yani en iyi bildiğim şeyi baz alayım; şimdi tersten düşünelim. Ben bir müvekkilim ile görüşmeye geldim. Karşımda jean pantolon ve tişörtü ile bir birey duruyor. Bana diyorlar ki, “Senin sorununun uzmanı budur!” Vallahi ben müvekkil olsam yalnızca şunu söylerim; hukuki bilgisini bilemiyorum, tartışamam ama beni davamda böyle biri temsil ederse ben kepaze olurum. İş, hayatımızın ne yazık ki yüzde 90’ıdır. Mesleki deformasyon dedikleri de budur. Önce kendinize sonra muhatabınıza saygınızdan yakışanı yapmak zorundasınız. Bu nedenle, yıllardır oturan bir tarzım var.


Devrim Hanım, samimi cevaplarınız için teşekkürler. Son olarak şunu sormak isteriz. Sizinle ilgili araştırma yaptığımızda özellikle mesleki çevrenizde ortak kanı olarak şu yorumu duyduk; “Kimsenin hakkını yemez, çalışanları asla ezmez.” Bu kadar adil misiniz gerçekten?

Ne mutlu bana öyle duyduysanız. Bilmem, öyle miyim gerçekten? Ben şuna inanırım: Ben bir insanım. Yanımda çalışan herkes de birer insandır. İnsan olmaktan kaynaklanan yaşam hakları vardır. Geldikleri noktada, aldıkları eğitimler veya tecrübeler ile neyi hak ediyorlarsa haklarını almaları gerekir. İnsanın, insanca yaşama hakkı vardır. Eğer o insanlar bana bağlı iseler, onların hayatlarını idame etme yükümlülükleri benim boynumun borcudur. Eğer o insanlar zorluk içindelerse, aşırıya kaçan bir talepleri olmaksızın bu benim eksikliğimdir. İnsanız, ötesi yok. Hak eden herkese hakkını vermek yükümlülüğümüzdür. İş hayatında herkesin bir rolü vardır. Ben, işveren olarak belli yükümlülükler içerisindeysem benim asistanım başka, iç ve dış çalışanlarım başka yükümlülükler ifa ederler. Farkındaysanız meslek ile ilgili sorduğunuz her soruda istemsizce “Biz, ekip” dedim. Çünkü bir kişinin tek başına zirveye gelmesi mümkün değildir. Bu bir ekip işidir. Ekip ne kadar güçlü ise baş o kadar güçlüdür. Tüm sektörlerde bu iş böyledir. Ben, tek başıma sadece bir birey olduğunu kavrayan ancak ve ancak altımdaki ekiple fetihler yapabileceğine anlatan naçizane bir işverenim sadece.



6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanmış aydınlatma metnimizi okumak ve sitemizde ilgili mevzuata uygun olarak kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak için lütfen tıklayınız.